anlatmak zordur bazı şeyleri
sustuklarını haykırmak yada
haykırsanda ne işe yarayacaktır bazılarını
dilediğin özürler kadar aptalsındır
başladığın yeni başlangıçlar kadar toy
günün her saati kadar acelesindir.
bazende yavaşsındır.
gözlerin gösede körsündür.
kalbin atsada adeta bir ölü.
içtiğin her kadeh bir hikayedir.
bazen attığın her adım geriye
geriye geriye geriyedir....
özlediklerine doğru geri geri koşmak istersin
ama insansın,
kendini bile bile nasıl üzersin.
üzersin...
üzersin işte.
anlatmak zordur bazı şeyleri.
bildiklerini,gördüklerini,
ama tasvir edemediklerini.
hayalettiklerini bile,
gözünün önündeki resmi bile.
nasıl anlatabilirsin ki,
aslında yaşatmaya çalıştıklarının öldüğünü düşünen birine?
aslında hikayenin mutlu son ile biteceğini,
nasıl anlatabilirsin umutsuz gözler ile bakan birine?
kalbinin en derininde sakladığın ışıklı hikayeyi?
Sevgiler DY
DY
Thursday, 24 October 2013
gerçekten
Aşk herkese yakışmaz. Herkesde iyi durmaz. Tebessüm bile bazılarına tam oturmaz. Hani hep "öylesine" gülen insanlar vardır ya... sırf gülmüş olmak için gülenler. Kocaman kahkahaların altında ezilmeleri muhtemeldir değil mi? Önce güzel bir tebessüm ile başlayalım, sonra kahkahaya geliriz mutlu oldukça. Sonra, Dünya bir şiirdir. Farketmiş miydiniz? Dünya kocaman bir şiirdir dostum. Kocaman metaphor ları olan devasal ironileri olan muhteşem bir şiir... Yani önce şiirden anlamalı. Kelimeleri boşuna değil ardı ardına mükemmel bir dizede sıralamaları. Dizgileri uyaklı olmasada anlamlı olmalı. Konuşmuş olmak için konuşmamalı insan. Ne kadarda büyük bir ziyan olur değil mi? Konuşurken karşısındakinin gözlerine bakmalı. "Gözlerin çok güzel", "ilk defa biri gözlerimi beğendi... teşekkür ederim" diyaloğu kadar sıcak ve içten kalmalı herşey. Tertemiz ve kirlenmemiş. Sonra insan bu kurduğu güzel ve ardı ardına dizilmiş kelimeler ile karşısındakine derdini anlatabilmeli. "boşver" ler yerine "ama bak şimdi..." ile başlayan cümleler olmalı hayatınızda. Hayatında... Çok konuşan ve derdini anlatmak isteyen bir insan var ise karşında, dostum, kıymetini bil. Senelerce derdini anlatamayan ve anlatmakta istemeyen biri ile geçirdiysen zamanını, senin için ne kadar önemli olur bir bilsen...
Ardından insan birazcık uykusuz kalmalı. Sabah güneşin doğuşunu izlediği günler üniversitede kalmamalı. O zamanlar içerdik, sabaha karşı eve gelir, hatta işin komiği ekemk ve süt alırdık :) Ama büyüdük... Şimdi elinde bir kadeh güzel Bordeaux şarabı ilegüneşi karşılayabilmeli insan. Muhteşem bir sohbetin ardından, yüzüne vuran şehrin ilk ışıklarını hissederken yanındakine bakıp "çok güzelsin..." diyebilmeli. Deneyin. Uykusuzluk güzeldir, insanı daha dinç kılar bazen. Daha iyi düşünürsün bazen. Algıların daha daha açık olur bazen. Daha dikkatli ve daha anlamlı bakarsın herşeye. Yorgunluk değildir bu... Keyiftendir ya işte, işte tamda o dur insanın yapması gereken. Keyiften, biraz çakır keyif olup uykusuz kalıp güneşin doğuşunu izlemektir, izlemektir ki işte esas onun 40 yıl hatrı vardır...Sonra, anılarından kurtulmalı insan. Anılar hayatlarımızda olmayan insanları barındırıyor ise; bırakmalı artık yakalarını. Bırakın gitsinler, bırakın mutlu olsunlar onlarda. Resimler, yazılar, mektuplar ve kocaman kocaman anılar... Saklanmasınlar. Gün gelir bir şekilde düşü verirler önüne ufacık bir dolap kapağından. Saçılırlar her yere....Kendi ellerinle teker teker kaldırmaz isen vedalaşıp oradakiler hep tutsak kalırlar senin anılarında. Bırak gitsinler dostum.
Bazı hikayeler nasıl başlıyor biliyor musun? Şu filmdeki gibi; ufacık bir toka ile. Birden bire karşına abuk sabuk bir yerden çıkan ufacık bir saç tokası ile. Dişlerini fırçalarken sıradan bir salı akşamında hemde. Ne büyük sıkıntı! Yada elini cebine attığında çıkan ufacık bir fiş. Ne zamandı? kiminleydi? Hatırladım! Arkanda bıraktıklarına gülümsemeyi öğreneceksin o gün dostum. Gülümsemeye, şiir okumaya, derdini anlatmaya ve arada bir uykusuz kalmaya başlayacaksın...Belki kendine daha fazla vakit ayırıp yaptığın hataları kendi hayatını düzelterek aşmaya çalışacaksın. Vicdan azabını böyle sanki camdan buğuyu siler gibi silmeye çalışıcaksın. Oda nemlendiğinde tekrar o sildiğin izlerde çıkacak biliyor musun?
Hikayeni yazmaya başladığında herşey ne kadarda farklıydı. Aslında karakterler ne kadarda ortaktı değil mi? Geçen mevsimler oyun gibiydi, güzel bir tabak yemekti, güzel bir şaraptı, tatlı bir müzikti, sıcağını yüzünde hissettiğin bir şömine ateşiydi, dalıp gittiğin bir göl manzarasıydı değil mi? Hikayeler başlarlar, devam ederler ve biterler dostum. Hepsininde sonunda kocaman bir "son" yazar. Devam edenlerden ol sen. Devam etsin dursun... Evrenin bir köşesinde devam etmeye devam etsin. Sen sen ol yaşadığın her anı "-mış" gibi yaşama, gerçekten yaşa. Gerçekten gör, gerçekten duy, gerçekten dokun, gerçekten söyle, gerçekten koş, gerçekten öp, gerçekten sarıl....Ve sonunda desinler senin için; gerçekten yaşadı... Sadece yaşadı ve öldü değil, bu insan gerçekten yaşadı. Yaptığın iş yada hırsların ve kazandığın para mı sanıyorsun herşey? Herşey ne biliyor musun; güzel dostlar,güzel bir aile ve mutlu ettiğin güzel insanlar. Bir daha düşün....
Bahsettiğim hikaye vardı ya, hani ufacık bir toka ile başlayan. İşte o bir ayrılık hikayesiydi. Gülmeyen, anlatmayan ve gerçekten yaşamayan birinin hikayesi. Kokusu artık burnunda değil yazarın... Gözyaşları biraz daha insaflı ve tepkisiz. Ya o diğeri? Hala gülmüyor, hala anlatmıyor ve hala öylesine yaşıyor. Diğerinin zorla aldırdığı montu giyiyor. En güzelide üşümüyor :) Arada bir o bulduğu şeye bakıyor. Biliyorum. Çünkü o diğeri vicdanını rahatlatmak için titeyen dişlerini daha fazla sıkıyor belli etmemek için. Çünkü o diğeri acısını gömüyor konuşamadıkları gibi. Gömüyor ve unutuyor. Unutmak, diyordu bir şair, unutmak büyük bir devrimdir. Devrim içinde devrimciler gerekir, korkak ve kaçak olanlar için değil. Unuttum dersin ama o bulduğun şey ile yıkılırsın. İçindeki paramparçalığı gözlerin anlatır. Kimse görmez, o görür. Anlıyormusunuz o nun ile diğerinin arasında ki farkı? Biri soğuk sularda yüzerek ısınmaya çalışanlardan, ama biliyor ki şahane bir yere varacak, ılık su da uyumaktansa....Kanat çırpmakta çözüm süzülmek yerine. Güzel ülkelere, güzel insanlar ile tanışmaya. Gelirmisin?
Hikayenin sonunda, artık onlarda anı olmuştur ya hani en zoruda budur. İnsan yinede gülümsemeli be dostum. İnsan yinede içinde bırakmamalı hissettiklerini. Özürünü yada pişmanlığını... Bırak gitsin, tutma içinde. Mış gibi yaşamayı bırak, günün batışına odaklanmışsın doğuşunu kaçırıyorsun. Esas heyecan tamda orada! Güzel bir kızçocuğu ile bitirdiğin şarap şişesinde.
Gülümse, gerçekten gülümse.
Sevgiler DY
Ardından insan birazcık uykusuz kalmalı. Sabah güneşin doğuşunu izlediği günler üniversitede kalmamalı. O zamanlar içerdik, sabaha karşı eve gelir, hatta işin komiği ekemk ve süt alırdık :) Ama büyüdük... Şimdi elinde bir kadeh güzel Bordeaux şarabı ilegüneşi karşılayabilmeli insan. Muhteşem bir sohbetin ardından, yüzüne vuran şehrin ilk ışıklarını hissederken yanındakine bakıp "çok güzelsin..." diyebilmeli. Deneyin. Uykusuzluk güzeldir, insanı daha dinç kılar bazen. Daha iyi düşünürsün bazen. Algıların daha daha açık olur bazen. Daha dikkatli ve daha anlamlı bakarsın herşeye. Yorgunluk değildir bu... Keyiftendir ya işte, işte tamda o dur insanın yapması gereken. Keyiften, biraz çakır keyif olup uykusuz kalıp güneşin doğuşunu izlemektir, izlemektir ki işte esas onun 40 yıl hatrı vardır...Sonra, anılarından kurtulmalı insan. Anılar hayatlarımızda olmayan insanları barındırıyor ise; bırakmalı artık yakalarını. Bırakın gitsinler, bırakın mutlu olsunlar onlarda. Resimler, yazılar, mektuplar ve kocaman kocaman anılar... Saklanmasınlar. Gün gelir bir şekilde düşü verirler önüne ufacık bir dolap kapağından. Saçılırlar her yere....Kendi ellerinle teker teker kaldırmaz isen vedalaşıp oradakiler hep tutsak kalırlar senin anılarında. Bırak gitsinler dostum.
Bazı hikayeler nasıl başlıyor biliyor musun? Şu filmdeki gibi; ufacık bir toka ile. Birden bire karşına abuk sabuk bir yerden çıkan ufacık bir saç tokası ile. Dişlerini fırçalarken sıradan bir salı akşamında hemde. Ne büyük sıkıntı! Yada elini cebine attığında çıkan ufacık bir fiş. Ne zamandı? kiminleydi? Hatırladım! Arkanda bıraktıklarına gülümsemeyi öğreneceksin o gün dostum. Gülümsemeye, şiir okumaya, derdini anlatmaya ve arada bir uykusuz kalmaya başlayacaksın...Belki kendine daha fazla vakit ayırıp yaptığın hataları kendi hayatını düzelterek aşmaya çalışacaksın. Vicdan azabını böyle sanki camdan buğuyu siler gibi silmeye çalışıcaksın. Oda nemlendiğinde tekrar o sildiğin izlerde çıkacak biliyor musun?
Hikayeni yazmaya başladığında herşey ne kadarda farklıydı. Aslında karakterler ne kadarda ortaktı değil mi? Geçen mevsimler oyun gibiydi, güzel bir tabak yemekti, güzel bir şaraptı, tatlı bir müzikti, sıcağını yüzünde hissettiğin bir şömine ateşiydi, dalıp gittiğin bir göl manzarasıydı değil mi? Hikayeler başlarlar, devam ederler ve biterler dostum. Hepsininde sonunda kocaman bir "son" yazar. Devam edenlerden ol sen. Devam etsin dursun... Evrenin bir köşesinde devam etmeye devam etsin. Sen sen ol yaşadığın her anı "-mış" gibi yaşama, gerçekten yaşa. Gerçekten gör, gerçekten duy, gerçekten dokun, gerçekten söyle, gerçekten koş, gerçekten öp, gerçekten sarıl....Ve sonunda desinler senin için; gerçekten yaşadı... Sadece yaşadı ve öldü değil, bu insan gerçekten yaşadı. Yaptığın iş yada hırsların ve kazandığın para mı sanıyorsun herşey? Herşey ne biliyor musun; güzel dostlar,güzel bir aile ve mutlu ettiğin güzel insanlar. Bir daha düşün....
Bahsettiğim hikaye vardı ya, hani ufacık bir toka ile başlayan. İşte o bir ayrılık hikayesiydi. Gülmeyen, anlatmayan ve gerçekten yaşamayan birinin hikayesi. Kokusu artık burnunda değil yazarın... Gözyaşları biraz daha insaflı ve tepkisiz. Ya o diğeri? Hala gülmüyor, hala anlatmıyor ve hala öylesine yaşıyor. Diğerinin zorla aldırdığı montu giyiyor. En güzelide üşümüyor :) Arada bir o bulduğu şeye bakıyor. Biliyorum. Çünkü o diğeri vicdanını rahatlatmak için titeyen dişlerini daha fazla sıkıyor belli etmemek için. Çünkü o diğeri acısını gömüyor konuşamadıkları gibi. Gömüyor ve unutuyor. Unutmak, diyordu bir şair, unutmak büyük bir devrimdir. Devrim içinde devrimciler gerekir, korkak ve kaçak olanlar için değil. Unuttum dersin ama o bulduğun şey ile yıkılırsın. İçindeki paramparçalığı gözlerin anlatır. Kimse görmez, o görür. Anlıyormusunuz o nun ile diğerinin arasında ki farkı? Biri soğuk sularda yüzerek ısınmaya çalışanlardan, ama biliyor ki şahane bir yere varacak, ılık su da uyumaktansa....Kanat çırpmakta çözüm süzülmek yerine. Güzel ülkelere, güzel insanlar ile tanışmaya. Gelirmisin?
Hikayenin sonunda, artık onlarda anı olmuştur ya hani en zoruda budur. İnsan yinede gülümsemeli be dostum. İnsan yinede içinde bırakmamalı hissettiklerini. Özürünü yada pişmanlığını... Bırak gitsin, tutma içinde. Mış gibi yaşamayı bırak, günün batışına odaklanmışsın doğuşunu kaçırıyorsun. Esas heyecan tamda orada! Güzel bir kızçocuğu ile bitirdiğin şarap şişesinde.
Gülümse, gerçekten gülümse.
Sevgiler DY
Subscribe to:
Posts (Atom)