DY

DY

Wednesday, 9 September 2015

Anlam

"derin bir kalbe sahip olmak
 çoğu zaman lanet gibidir"

İki dize ile başladım bu sefer yazıma. MERHABA!

Bu ara çok sık düşündüğüm bir konu bu aslında. Derin bir kalbe sahip olmak ya da olmamak...Olmamayı sevgili ve değerli çalışma arkadaşım Arda Hoca "tek çekirdekli olmak" olarak tanımlıyor. Öyle ise; konuya şöyle gireyim; birden fazla çekirdekli bir bünyeye, kalbe sahip olmak bir lanet midir? hayatı zorlaştırır mı yoksa kolaylaştırır mı? 

Kolaylaştırmadığı kesin.. Bunu tartışmayacağım bile aslında. Tartışıp sizi sıkmayacağım, boğmayacağım tanımalamara ve "case study"lere. Zorluklarında ise kendimi şekil 1A olarak gösterebilirim. Derin bir kalbe sahip olmak bence kısaca; derin düşünmek, çok soru sormak, her kelimeyi sorgulamak, her cümlede gerçek manalar aramak, sanki her kelimede veya eylemde gizli resimler aramak gibi değil midir? Gerçek anlamların dışında daha derin derin derine inmeye çalışmak, hayatı daha anlamlı kılmaya çalışmak, sığ yaşamaktan kaçınmak? Böylece hayattan daha keyif almak! Asli amacının bu olması gerekir değil mi derin bir kalbe sahip olmanın...ah dostlar... Gerçekler böyle ama pratikde o kadar da sandığımız kadar parlak değil tablo. Herşeyi düşünmek, sorgulamak, kalpsel anlamlar katmak hayatı zorlaştırıyor aksine. Zevk almaktan ziyade çoğu zaman hayatı işkenceye çeviriyor. Çünkü nenden??? Çünkü dostlar herkes böyle düşünmüyor. Kelimeleri ya da eylemleri herkes çok kolay israf ediyor. O kadar çok öylesine yaşıyorlar o kadar çok öylesine konuşup o kadar çok öylesine yapıyorlar ki herleyi. Anlamsız manasız ve içi boş kelimeler havada uçuşurken atılan anlamsız ve içi boş adımlar hayatta üstünden ya da arkasından yürümek istediğin ayak izlerini takip etmeyi imkansız kılıyor.

Sanki Amerika daha önce keşfedilmemiş gibi yaşıyorum ben, çünkü herkesin Amerikası farklı, herkesin bir kelimeyi sarfederken farklı anlamlar yükleyerek söylediğini, adımlarını herkes gibi atmadığını farzediyorum. Çabuk, acele ve duygusuz yapılan işler, bunlardan yoksun adımlar ve eylemler beni rahatsız ediyor. Tamam hayatı şiir gibi de yaşamayalım ama, en azından "seni seviyorum"larımızı içten söyleyelim. Boşa sarfetmek günah bunları... El ele yapılan bir yürüyüşü öylesine bir şey olarak almak, öylesine anlamlandırmadan yaşamak ne kadar büyük hiyanet değil mi hayata? Aldığın nefese? Harcadığın zamana? Sebep olduğun umuda?

Belki de aldığım eğitimden dolayı bu haldeyim. Deformasyonum belki de lisede Dil bölümünü, İngilizce edebiyatı seçerek ya da Cemal Süreya okumaya başladığımda başladı. Belki her kelimenin anlamını araştırırken, sairin özgeçmişini okuyup, zamanını değerlendirirken kayboldum oralarda bir yerlde. "Bu iki kelimeyi nasıl bir araya getirmiş? Neden getirmiş? Ne demek istemişs aslında?" derken kaldım oralarda bir yerlerde... Fanusumdan çıkınca da, sığ (yanlış anlaşılmasın) insanlar ile karşılaşında, benden farklıya takılınca belki de bıraktım ruhumu oralarda... Onları anlamaya çalışırken, sığ kelimelerine anlam vermeye çalışıp bunun aslında nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışırken kaybettim kendimi... İşte burda beklenti başladı. Beklentinin ardından tatminsizlik ve VOİLA!!! mutsuzluk! Huzur kaybettiğin an orası işte dostum. Sen derin bakarken, sen derini en derini beklerken boy hizzasında yüzenler ile karşılaşırsın ya işte, işte tam orası kaybolduğum yer... Bekliyorsun, o da senin gibi olsun istiyorsun, dediğini gerçekten söylesin, içine kalbini ruhunu katsın istiyorsun, kelimelerin gücüne inansın, beden dilinin kıymetini anlasın, 3 saniye bir insana sarılmanın aslında milyonlara bedel olduğunu anlasın ve öyle yaşasın.. İmkansız... Arda hocamın söylediği de gibi; tek çekirdekli yaşam belki daha kolay belki daha az üzülüyorsun çünkü daha az beklentiye giriyorsun EVET çok doğru! çok çok doğru... Keşke değişebilsem,keşke anlamlardan manalardan ve güzellemelerden uzak bir hayatım olsa diye düşünürken HAYIR! Damla'yı Damla yapan bu diyorum üzgünüm... yine üzgünüm ki ben böyleyim. Nasıl düşünü nasıl hissettiğimi değiştirmem imkansız. Bu duygusuz ve anlamsız dünyaya anlam katmak ve duygu katmak benim de görevim! Kimseye olmasa bile kendimi böyle iyi hissetmem önemli. Ağladığım geceleri es geçiyorum, en azından dünyaya böyle bakarken ben mutluyum.

Elime konan bir uğur böceğini nasıl anlamlandırıyorsam sarfedilen her kelimeyi her cümleyi de öyle anlamlandırıyorum. Çünkü bu hayat anlamsız olmak için çok kısa ve fazla güzel... Daha yazmak istediğim çok şey var ama herkesler nasıl mutlu ise öyle yaşasın diyerek bitiriyorum çünkü bitiremeyeceğim başka türlü. Pek çok şey var yine aklımda. Az düşünmek az sorgulamak bana göre değil, duygu katıp yaşamak, manevi anlamlar yüklemek benim görevim bu dünyada belki. Belki de bunun için yaşıyorum, kendimi üzüp tek çekirdeklileri eleştirmek ve onların cümlelerini anlamlandırmaya çalışırken delirmek için....

Sevgiler DY


Saturday, 5 September 2015

Sol yan

huzuru aradığın doğru.
nerede aradığın önemli değil mi?
peki ararken geçtiğin yollar?
hepsini temiz mi bıraktın?
durup düşünmeye zamanın oldu mu?
sevdiklerin yolun sonunda diye düşündün belki,
arkasından ağladığın oldu mu?
durdun...
çok konuşmadın.
belki kocaman ağladın.
ömrünün geçtiği günleri sayarken,
ölmeden son nefesinde,
hangi yanına baktın?
sağına mı
soluna mı...

Sevgiler DY

Söyleyin

geçiyor öyle ya da böyle günler.
öylesi böylesi sana kalıyor sonunda.
aklın yolu bir,
kalbin yolu çok oluyor.
sen kaldırımda yürüyemezken,
bazıları uçmayı teklif ediyor.
kaçıyorsun.
sonra sen uçabilecekken,
bir eş ararken,
onlar kaldırımları sayıyorlar.
hayat hep ya bir geride,
ya da bir ileride.
belki milyonlarca geride,
milyonlarca ileride.
güzel günleri kovalıyor belki,
o kaldırımları sayanlar.
ya yalnızken?
kırdığı kalpleri düşünür mü bunlar?
kaçtıklarını yakalar,
koştuklarından kaçarlar mı?
yakaladıklarında sever,
kaçtıklarında huzur bulurlar mı...


Sevgiler DY