DY

DY

Friday, 22 January 2016

Bozcaada, kumsal, şarap, ikinci şans

Merhabalar;

Bu akşam uzun uzuuuun zaman izlememek için direndiğim "Bir küçük Eylül meselesi" filmine rastladım televizyonda ve elimde olmadan "vardır bir hikmeti" diyip o kadar direnmeme rağmen izledim filmi. Film, 1 ayını Bozcaada'da geçiren Eylül ile adada yaşayan karikatürist içine kapanık Tek'in hikayesini anlatıyor. Ayın sonunda Eylül Tek'i umursamazca terkediyor... Tek ardından, Eylül'ün yüzmeyi öğrettiği o denizde boğularak ölüyor. Eylül ardından geçirdiği trafik kazasında hafızasını yitiriyor ve hafızasını yenilemek için adaya geliyor... Hatırlıyor herşeyi en sonunda. Kumsala oturup "özür dilerim" diyor herşeyi hatırladıktan sonra. İkinci şansı olmadığını ve artık kırıklarını kapatacağı bir Tek olmadığını anladığı zaman, işte o zaman film bitiyor... "Tek Eylül'ü seviyor" yazısı nasıl kaybolmayıp dalgaların alıp Eylül neredeyse oraya götürdüğünü düşündüğümüz gibi "Eylül Tek'i seviyor" yazısı da Tek neredeyse oraya gitmiştir büyük ihtimalle...

Hikaye Bozcaada'da geçiyor, bağların arasında, o muhteşem plajlarında geçiyor. Senesini hatırlamıyorum gittiğim zamanında. Ada ile ilgili hatırladıklarım o kadar çok ki... Filmde'de geçen o küçük kahve de sade kahve, Polente'de yel degirmenleri yanında açık denize karşı şarap ve peynir, enfes plaj ve rakı balık... Mis gibi uyandığım o sabah... Saatlerce yol gitmiştik. Çanakkale'den feribot ile geçmiştik. O kadar uzunca yol hikayesinin ardından nasıl da degmişti. Gülücüklerim ve ayak izlerim o adada bir yerlerde biliyorum. O taş evin içinde dolaşıyor hala tebessümlerim. En mutlu olduğum anlardan bir kaçıydı, belki en fazlası. Ardından Cunda geliyor tabi ki... Yitirmeden anlamıyor insan, filmde ki gibi özür dilemenin faydası olmuyor insanın bazen, ikinci bir şansı kalmıyor. Nasıl arkanı dönüp gittiysen bir daha bakmaman lazım geriye. Bakarsan işte kumsala artık olmayan bir insana belki dalgalar alır götürür diye "seviyorum..."lar yazarsın. Çok özledim Bozcaada'yı, en yakın zamanda kahkahalarımı almaya gideceğim. Geri almaya, o gün batımında ki huzurumu geri bulmaya, içtiğim her şarabın tadını orada bırakmışken geri almaya gitmem lazım, çünkü o gün bugündür hiç bir şarabın tadı aynı değil, hiç bir günbatımının huzuru aynı değil, hiç bir sabahın manzarası o günlerdeki kadar muazzam değil...Çilek reçeli almıştım, dağ çileği reçeli. Onun tadı da hala ağzımda. Hepsini geri almam lazım, en yakın zamanda...


İzlemem gerekiyormuş....izleyip tekrar tekrar anlamam tekrar tekrar özür dilemem...

Not: Sevdiklerinize sarılın, geç olmadan, vazgeçmeden sarılın, ikinci şansınız olmayabilir. kumsallara yazmak zorunda kalmayın sevginizi. zorunda kalmayın. sevin! bırakmayın!

                                       Polente, Bozcaada, şarap peynir günbatımı....


Sevgiler DY

Tuesday, 19 January 2016

bir hışımla

bölünüyoruz, günden güne.
bir parçamız orada bir parçamız kim bilir nerede.
yalnızlıktan usandığımızda,
parçalarımızı arıyoruz.
bir hışımla!
o rüzgar dönüyor dolaşıyor,
saçlarını savuruyor hoşça.
dokunuyorsun aslında anılara.
her kelimende geçmişin var,
sadece görmüyorsun.
kürek çekmekse,
çekiyorsun!
bir hışımla!
bilmeden kalp kırıyorsun,
onun da parçaları savruluyor,
kim bilir nerelere.
bir yağmur yağıyor,
saçların ıslanıyor...
dirseklerinden akıyor,
parmak uçlarından geçiyor.
dokunuyor işte sana.
bilmiyorsun,
hepsi dönüp dolaşıp geliyor sana...
burnunda sızlayan direk,
sebepsiz kalp ağrıların.
hepsi bir anda!


Sevgiler DY

sev çocuk

avuç içi kadar dünya
kuş uçuşu kadar kısa mesafeler.
kol boyu bedenler.
yollarımız uzak,
havalar soğuk.
kışın aşık mı olunur çocuk!

yaş alıyorsun,
hem de günden güne
sev! dediğimde haklıydım.
sevmek en kolay.
yürünen yolları tekrar yürü
kar yağıyor, bak
daha çok sarıl...
özlediğin kokuları bulabiliyorsan ne ala!
devam et o yola...

bulduğun mısraları ezberle,
gerekir mutlaka bir yerlerde.
sözler uçar yazı kalır biliyorum,
söyleme..
sen yine de bir kaç şiir tut ezberinde.
yine karşılaşırız belki,
"sev" dediğime pişman olurum,
söyleyemem,
martı seslerine karışır sohbetimiz.
o güzel şehrin güzel melteminde,
sana tekrarlarım,
sev çocuk.... diye....

 Sevgiler DY

Tuesday, 12 January 2016

kuşlar

kuşlardan bahsedeceğim bugün biraz. bilirsiniz kuşları. uçarlar...kanatları vardır, ufacık yürekleri, kırılgan bedenleri ama bir okadar da cesaretleri vardır. göç ederler. kilometrelerce yol giderler sıcak memleketlere, nesillerini devam ettirmek için uçarlar günlerce, dinlenmeden, ara vermeden. belki gidecekleri memleketlerde yuva kuracakları ağaçlar kalmamıştır bile. bilmeden korkmadan risk alarak uçarlar sıcağı takip ederek, ılık meltemleri takip ederler fırtınaların arasından seçip. soğuktan kaçarlar. sevmezler soğuğu, karı, kışı fırtınayı. cesaretleri buradan gelir. risk almalarından mütevellit ben onları çok cesur bulurum. düşünsenize...ya oraya da kış geldiyse? 

işte tam da buradan yola çıkarak, eğer olur da yolunuz bir kuşa denk gelirse, kanatları kırıksa üstüne bir de umudunu kaybetmişse, bir de siz kırmayın. öpün yaralarını, öpün kırık kanatlarını. sevginin iyileştiremeyeceği şey yok. bunu bilin ve emin olun. öfkeleniyordur, canı acıyordur çünkü, haksızlık olur yaraların iyileşmesini beklerken umutsuzluğu ve iyileşme sorumluluğunu ona yüklemek. aynı gökte uçmak sabır ister. cesaret ister. korkmak ve kolay vezgeçmek merhem değil aksine soğuktur, kardır, kıştır...sıcak ülkelere kanatları iyileştiğinde gidin! bakın görün sizi sırtında taşır, kanatlarıyla taşır, elleriyle sıcak sahillere bırakır. ılık meltemler, sıcak sahiller ve güneş olan yerlerde...

çünkü kuşlar uçmak için yaratılmışlardır. cesur olup umuda uçmak için...

Sevgiler DY

Wednesday, 6 January 2016

Vera'dan

bir şehir de bıraktım aklımın yarısını
geri dönerken en sevdiklerimi aldım yanıma,
tebessümlerimi ve kahkahalarımı
gözyaşlarımın bir kısmı kaldı valizimde,
benimle eve döndüler.
Vera'nın Nazım'a,
Nazım'ın Vera'ya aşkı gibi,
hiç kavuşmadılar birbirlerine.
adım attılar kaç kere,
ayıran deniz değildi onları,
yorgunluktu,
bedende kalpte,
toprağa sığmayan,
acımasız, amaçsızdı.
koşar adımlarla giderken kız çocuğu,
hep çakıl taşlarına takıldı.
hayali ülkelerde gezerken,
imkansız gerçeklere bastı.
dönüp bakmaya vakti yokken,
günlüklerine sığmadı.
kalbin serabı kader olmaya başlamasaydı,
uçardı elbet!
kanadına yaren olacak olsaydı,
nasıl da üçardı.
çocuk korkularıyla kaldı öylece bu şehirde.
dans etmeye bile utanırken,
koşmaya başladı!
rakıda konuşur,
meşkde susar oldu.
sabah olduğunu bile farketmezken,
geceleri duvarına kazıdı.
uzun uzun kanatları paslandı.
gel gör ki yorgunluğu diz boyunu aşmıştı.
onda boğulurken,
aşık oldu....
aşk oldu.
ilk nefesinin adı "aşık" dı.
kocaman bir oh çekerken,
hala korkuyordu.
sarılsaydı geçecekti,
uzaklar yakın,
şarkılar şiirdi
sabahlar olmalıydı!
gece uçan martı mı olur?
sanarsın hayat yine en güzel birini latifelerinden yapıyordu.
yapsın,
ben yine tebessüm ederim,
kalbimin en güzel kenarıyla,
gülümserim.



Sevgiler DY

öğren

çöl değil ki burası serap sanasın
yürüdüğün yollar kumdan değil,
asfalt!
nasıl kayarsın!
ağlamak gibi bir lüksün yokken,
nasıl ipek kumaşlarda sarılmayı beklersin.
aptallık senin ki!
saflık değil bu
uyan!
kalk uykulardan.
uyuyamadıklarından uyan.
dünya gördüğün gibi değil.
görmek istediğin gibi hiç değil.
sen martı seslerini özlerken,
onca sese nasıl dayanıyorsun?
kalbinde sakladığın gizlediğin her ne ise,
göz görmezken gönül hissetmiyor.
bunu öğrenmelisin....

Sevgiler DY

Saturday, 2 January 2016

İyilik ve kötülük

"kötüler hep kazanır".... Ben söylemiyorum bunu! Herkesin dilinde aynı laf! Demek ki herkes kötü diye düşünüyorum, hatta belki ben bile kötüyüm. "iyiler hep kazanır" lafına aldanan bir budala ya da. İyi düşünmek ile elime ne geçiyor sorusuna o kadar çok cevabım var ki. Hepsi farklı bir yana savruluyor kelimelerin. İyi insan olmayı deneyip, iyi olumlu düşündükçe insanlar değişiyor. İçlerinde ki "insan" ile ona göre davranıp seni kullanma yoluna gidiyorlar. Ya da aptalın teki olduğunu düşünüp takmıyorlar. Ama günün sonunda sen oluyorsun kazanan, yastığa başını huzurlu koyduğunda... Öte yandan kötü olmaktan ne çıkar? Kötülerin kazandıkları sadece acımasız bir arzulanma duygusudur. Hani şu süründürenler vardır ya. İşte onlar... Kendi egolarını doyurmak için insanlara acı çektiren, yok yere gurur kırıp inciten! Sanki ellerine bir şey geçiyor... Sonunda en çok onlar akılda kalır ama :) En çok beklenen onlar olur, en çok arzulanan ve en çok anılan. İyi taraf ise, kendi huzuru ile beraberdir. Kimse kazandığını bilmez. Aptal tesellisidir belki bir yandan ancak, sonuca bakılırsa iki tarafta kendi kuralları içinde kazanmış oluyor. 

İyi ile kötünün savaşı hep vardı, hep de var olacak. "İlk Günah" "First Sin" den bu yana herkes iyi ile kötüyü tanıyor. Ya orada ya bu tarafta oluyor. Bir iyi bir kötü olabiliyor. Hep orada kalmaya çalışsa da herkes arada bir kötü oluyor... Hayat zor, kalbin zor temiz kalıyor. Her ne ise, bu ilk günahtan sonra, Adem ve Havva'ya yüklenen bu acımasız günahtan sonra, biz hep günah işledik. Günah dediğime bakmayın, kötülük yaptık diyelim daha evrensel olsun... Yalan söyledik, kırdık, kul hakkı yedik bilmeden, bilmeden incittik... Olamaz mı? Gören bir gözün olduğunu var sayarsak ve kendi irademizi de katarsak işin içine, baya bir stresli iş bu yaşamak ve hayatta kalmak. 

6. yüzyılda yaşamış İtalyan filozof Boethius idam edilmeyi beklerken, mutlulğu sorguluyor. Değiştiremeyeceğimiz şeylere boyun eyip, kabul etmemiz gerektiğini söylüyor. Nietzche ondan etkilenmiş olacak ki "kaderinizi sevin" diyor. Ardından Platon ruhun bir iyi tarafının bir de kötü tarafının olduğunu söyle. İyi ile kötü arasında ki savaş bu işte... Yüzyıllardır felsefeye ve diğer bütün ilimlere konu olmuş durum! Biz hala iyi olmaya çalışıyoruz. Bazıları ise nefsine yenilip sürekli kalp kırıp incitmek peşinde. Elinize ne geçiyor diye sormuyorum artık kötülere. Ellerine geçenin benim için bir anlamı olmayacaği için sormuyorum da tartışmıyorum da. 

Velhasıl kelam; bu tarihler belki asırlar belki insanlıktan da önce başlayan savaşta kaderimizi de işin içine katıp biraz daha mantıklı düşünmek lazım. Mantıklı düşünemediğiniz zamanda kalbi dinlemek lazım. Her ne kadar sevgili dedem, duygular ile verilen her kararın yanlışlığı mutlaka bir gün çıkacaktır ve mantıkla alınan her karar her devirde doğrudur dese de, ben iyiliğe inanıyorum. Herkesin kalbinin aslında iyi olduğuna ve bir gün herkesin iyi olacağına inanıyorum. Masonların bir gün herkesin Mason olacağı ütopyası gibi ya da Narnia'nın varlığına inanan küçük kızlar gibi aslında benimkisi :) ne çıkar? Ben de kötü oluyorum bazen. Olmakla kalmıyor eyleme de geçiriyorum. ama o vicdan yok mu o vicdan! Yapılan her kötülüğün ardından seni yiyip bitiren vicdan. Hep söylerim, söylerler söylenir ya; cenet de cehennem de insanın içinde ve bu dünyada! Eğer bir yaradan var ise, yaratırken kendi iradesinin dışında bir de insana vicdan vermiş. Kendini tartsın kendi acısını O'na bırakmadan kendi çeksin diye. Haksızmıyım? O burun kemiği sızısı, o kalp ağrısı, o uykusuz geceler bunların izleri değil mi? Varın siz düşünün...

Yine çok düşündüm... Ne güzel aslında düşünmek. Düşünürken yaşıyoruz. Düşünürken öngörüyoruz, düşünürken inanıyor düşünürken adım atıyoruz! Çoğunlukla hissedenlerdenim ancak düşününce ne de çok şey çıkıyor aslında. Biraz felsefe, biraz yaşanmışlıklar biraz da kalp yorgunluğu insanı düşündüren. İlk günahtan arınmaya çalışan insanoğlu düşündükçe yine belki günaha giriyor ancakbence ilk sevince, aşık olunca arından da düşününce nefes alıyor insanın ruhu...


PS: daha önce ki yazılarımda da yine iyilik ve kötülük kavramlarını konuşmuştum...aynı konuda kendimi tekrarlamış olabilirim ancak zaman geçtikçe daha derinleşiyor bir çok şey. Büyüdükçe olgunlaşıp nefes aldıkça anlamlanıyor. 

Sevgiler DY






Friday, 1 January 2016

orası burası

yazmakla olmuyor ki,
söylemekse faydasız.
kalbimi açıp okuması lazım,
adının kaç kere yazıldığını görüp,
sevinip,
tekrar sarılması lazım,
yolculuk uzun,
kısa değil.
ılık güney rüzgarlarından,
sanki kocaman soğuklata gidiyorum.
sanki orası üvey evlat,
burası ana baba.



Sevgiler  DY

kısa lafın uzunu

yazsam çok şey var söylenecek.
sussam susulacak da bir o kadar şey var...
boğazımda bir yerlerde düğümleniyor hepsi.
teker teker çıkartmak isterken,
bir koku geliyor rüzgarların arasından.
küçücük kalbimde dolanıyor.
ufak bir vals ezgisi ile,
kış ayazında ruhumu öpüyor.
diyarların uzak,
hayallerin unutulagelmişliğinden tut da,
özlemenin en keyifsiz haline kadar biliyorum oysa ki. 
düşeyazmak ve diğerleri...
hepsi tanıdık.
karda koşmaya çalışan atlar gibi,
ellerim kollarım kısalıyor.
ne yürüyor ne de koşabiliyorum.
acılarımız bile vefasız dediğimde,
var sen düşün nelerden bahsettiğimi.
kocaman tebessümlerin arkasına saklanmak,
ışıklı odaların içinde ağlamak gibi,
suyun üzerinde yürüyebilirken,
çakıl taşlarına takılmak!

bir yandan güzel denizlerin,
mis kokulu rüzgarları esiyor,
tertemiz bir kumsal,
sıcacık güneş,
önce ruhumu sonra bedenimi ısıtıyor.
o uzak kuzey ülkesi gibi değil,
kısalan bedenimi uzatıyor,
uzanabiliyorum gözlerine,
bedenine,
kalbine,
belki de ruhuna.
hakettiğinden azını verip,
hakettiğimden fazlasını alıyorum hissi çok acı.
ne kadar çok üzülmüşsem artık....
acıları normalleştirip,
mutluluğu olgunlaştırmışım.
dost edinip,
beklemeyi ezberlemişim...

dedim ya,
rüzgarlar var...
esip geçmeyecek cinsten,
sıyırırken yüzümü ılık sözleriyle,
beni bana hatırlatıyor,
ezberimi yerine getirip,
olmayacak dualara amin dedirtiyor.
ben yine dualarıma devam,
ben yine göğsümü tebessümle doldurmaya devam.
hüzüne ara vermek lazım.
ne zaman öleceğini bilen turnalar gibi,
uç!
uç!

kısa lafın uzunu oldu yine...
ben yine gülümsemeye devam...

Sevgiler DY