DY

DY

Sunday, 2 July 2017

acaba

havada asılıyım.
semada bir yerlerde.
gök yüzünün sonunda,
yerin yakınındayım.
kelimelerim bile havadan.
düşüncelerimle oynaşıyor yukarıda.
sonra kulağına fısıldıyor bir yaz rüzgarı,
söyle, anlat diye.
duyuyor musun acaba...

Sevgiler DY

işte öyle

uyurken izliyorum seni bazen.
kim bilir nerelerdesin.
habersizsin.
pazar kahvaltısı gibi,
sıradan ve sakinsin.
bir kaç gazete, bir bardak çaysın.
çayı sevmem ki ben...
işte öyle bir şeysin.

konuşurken dinliyorum seni bazen.
kim bilir neler anlatıyorsun.
dinlemiyorum.
pazar kahvaltısı gibi,
sessiz ama kalabalıksın.
biraz yol, biraz temiz havasın.
ikisini de çok severim ben...
işte öyle bir şeysin.


Sevgiler D.Y.

Monday, 19 June 2017

Kamp



Şuan çalıştığım okula başladığım ilk aylardı, seminer ayı ve biz eğitimdeydik. Tatlı küçük bir kız vardı, İngilzce öğretmeniydi, adı da Nazlı (bekar 26 yaşında,duyurulur) :) Bu tatlı öğretmen zamanla en yakın dostlarımdan biri oldu. 2 seneyi beraber, kol kola omuz omuza devirirken, ağzından düşmeyen bir kelime vardı "kamp". Çünkü Nazo dağcıydı, eğitmendi üstüne üstlük ve hep bize kamplarından bahseder dururdu. Nasıl güzel anlatırdı hemde... Seninle de gidelim Damla derdi hep. Doğayı ve verdiği huzuru anlatırdı. Ardından "comfort zone" dan bahsederken vardığım sonuç şuydu;insan bazen bu komfor bölgesinden çıkmalıydı, görmek, tatmak ve yaşamak için çıkmalıydı bu saçma çemberden. Ya içindesindi ya da dışında. Aslında benim yapmak istediğim arada bir çıkmaktı, hadi dedik! 48 saatten daha az bir süreliğine tatlı bir yolculuğa çıktık. 

Yer Yedigöllerdi. Ankaraya yaklaşık 150 kilometre uzaklıkta ardından dağı tırmanıp tekrar indiğin bölge; yedigöller. Aynen, doğru bildin! yedi tane göl var. Milli park içinde Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl ve Sazlıgöl olarak 7 göl var.. 

"Bu göller aralarında 100 m. yükselti farkı bulunan iki plato üzerindedir. Ortalama 780 m. yükseklikte olan platodaki göllerin en büyüğü Büyükgöl’dür. En derin yeri ise 15 m’dir. Büyükgöl’ün güneydoğusundaki Deringöl, 20 m. uzunluğundaki akan bölümü ile Büyükgöl’e bağlıdır".


Yolda farkettik ki, çadırımızı almıştık, matlarımız, uyku tulumlarımızı da; peki sandalyelerimiz neredeydi:) Boluya yaklaşmışken farkettik olmadıklarını. Tam o sırada Cankurtaran'ı geçiyorduk, Damla tepesinin yanından:) Bolu girişindeydi sanırım, bir yapı markette bir ton para verip iki tatlı kamp sandalyesi aldık. Üstelik çadırımızla aynı renkteydi! inanabiliyor musunuz!!! :) bu ne tesadüf yahu :) (tamam abartmıyorum). Öyle ya da böyle kamp alanına vardık. Hava çok tatlıydı, ne soğuk ne sıcak ne yapmurlu bulutlu ne de güneşliydi. Tam şaraplıktı aslında...Ardından,  şu güya 2 saniyede kurulup 2 saniyede toplanan çadırımızı Seringöl'ün yanına kurduk. Öğleden sonra akşama doğru oradaydık. Çadırımızı kurduk ancak bizden önce davrnan İranlı grup göl kenarına kurmuştu çadırlarını, düz araziydi üstelik, bir adım ötesi de göl... Kıskanmadık değil. "Biz" diyorum... Ne güzel değil mi... Her ne ise; devam ediyorum; kurduk çadırımızı,sandöviçççlerimizi çıkarttık, konservelerimiz de vardı. Şarabımız, kuru üzümümüz, ceviz ve tatlı sohbetimiz. Hayır, sandalyemize oturmadık, üzeri kapalı bir masa vardı kampa ait, ama ışık yoktu. Ay ışığı evet fazlasıyla romantikdi amma ve lakin, görünmüyordu sandöööviçlerimiz :) kamp lambamız tatlı masamızı aydınlattı karnımızı doyurana kadar. Sonra hava karardı iyice, hava soğumaya başlamıştı. Üzerine oturduğum battaniye işe yaradı! ısıttı... Sonra ne de güzel şarkılar söyledik... Ne güzel geçmişe dönüp belki ne de güzel şarkılar söyledik kısık sesimizle, kimseyi rahatsız etmemek için. Diğer gruplar çoktan ateşlerini yakmış adana kebaplarını pişiriyordu. Yine kıskanmadık değil, ama benim sandöööviçler de fena değildi :) konserve yaprak sarması da cabası...lütfen :)

Sonra göle biraz daha yaklaştık. Bu arada bahsettiğim alan yaklaşık 100 metre kare bile değil belki. Her ne ise, kamp sandalyelerimize oturmalıydık artık. Şarap, kraker ve kuru üzümler yer değiştirdi. Göle bir adımdık... Şarkılarımız ve güzel sohbetimiz daha yerindeydi, dumanlı kelimeler ve ufak itiraflar oynadı durdu bir kaç saat. Sonra bir sosyalleşme isteği ile şarkıların geldiği İranlı grubun yanına gitmeye karar verdik şarabımızı alıp.Gittik de. "geç bile kaldınız" dediler. Ama bizim konuşacaklarımız vardı, dertleşeceklerimiz, vereceğimiz sözler... Bir saate yakın Acem türküleri dinledik, mest olmuştuk. Hala sesleri kulaklarımda. Kafa fenerleri bile vardı :) eşlik edebildiklerimize eşlik ettik, bizimkilerden denedik, bilemediler.. Olsun yine de sevginin iyi niyetin dostluğun paylaşımın dili yoktu ki. Hele sevginin hiç yoktu. susmak bile iletişmekti, saatlerce susmak bile iletişmeye yeterdi. ateş sıcak, şarap soğuk hava tatlıydı. Üşüyorduk belki ama ne önemi vardı ki! bir daha gelirmiydi bu güzel an. Sonra "gözümüz ile fotoğraf çekmek ne güzel değil mi" dedik... Ne güzeldi... O an orada sonsuza dek kalacaktı. Sonsuza kadar hafızalarımızda o ezgilerle beraber gelecekti gözümüzün önüne, belki kırmızı şarap tadı ile bilinçaltımıza tatlı tatlı yerleşecek ve gerektiğinde Pandoranın kutusundan çıkıp yüzümüzü güldürecekti, en özlediğimiz zamanda belki...haksız mıyım sen söyle...

Gözlerimiz kapandı, hadi uyuyalım. uyuduk. Esas komik olan olay başladı :) çadırımızın zemini eğik olduğu için "portakalın posası gibi çadırın köşesine toplandık" bütün gece :) Hava durumu sabaha karşı yağmurlu gösteriyordu, birileri "orası çukurda sel basacak" demişti amma ve lakin, güzel göknar ağaçları bizi korudu ve sabah 6:30 da tatlı tatlı çadırımıza damlayan yağmurun sesi ile bizi uyandırdı yağmur. Ne de güzeldi... Kuş sesleri vardı bir de, türlerini bilmediğim ama eminim birbirimizi tanısak çok seveceğimiz kuşlardı kesin!Uyandım biraz daha uyuyup, boşa geçen zaman dedim uyumak. Çadırımdan çıkıp kimsecikler yokken mavi kamp sandalyelerimizden birini çekip, muzlu sütümü alıp Sofie'nin Dünya'sını okumaya başladım. Başından beri bu mektupların kenarlarının neden ıslak olduğunu merak ediyordum ya hani! öğrendim!!!! :) yüzümdeki tebessüm bir adım ötemde ki gölün serinliği, battaniyemin isli kokusu ile birleşince, huzur doldum...ama öyle bildiğiniz huzur değil, başka bir şey. onunda üstündeydi sanki. Hani uçakla seyatah ederken, altınızda bulutları görürsünüz ya işte, huzur bulutlar ise ben o uçaktan bakandım işte. sen anla...anladım değil mi. güzel... devam edebiliriz romantizimden uzaklaşarak. Yan komşularımız sucuklu yumurtalarını bitirmiş toparlanıyorlardı, sohbet ettik, vedalaştık, haklarımızı helal ettik diye de düşünüyorum :) 

Kitabımı bir kenara koydum, muzlu sütler bitmişti, hadi karşı iskeleye yürüyelim, balık tutan adama "rast gele" diyelim ve hiç bir tepki almayalım :) Balık tutanlar asosyaldir tamam ama kaba da değillerdi keza bu amca biraz öyleydi :) olsun, rast gelmiştir inşallah... göl kenarında yürümek de keyifliydi, insanın aklına bir dolu soru bir dolu da cevap getiriyor aklına. O yüzden susuyordum, yoksa belki de ağlayacaktım, ağlamak olurmuydu bu kadar güzel kokan göknarların yanında, kızdırmayaım göknarları.

Çadırımıza geri dönüp biraz gökyüzünü seyrettik, saat üstelik 1:30 olmuştu bile göz açıp kapayana kadar! şarabımızı yudumlarken biraz daha hafifi hafifi atıştıran yağmuru dinledik, Fazıl Say ve Serenad Bağcan eşlik etti, Dört Mevsim'i söylediler, Süreya'nındı hemde! Nasıl huzur bulunmaz nasıl keyif alınmaz. gitme valtiydi belli ki neden içimi iğrenç en nefret ettiğim his kaplamıştı. Vedalaştım sessizce göl ile, toprak ve göknarlar ile. Adımı kazıdım birine, belki affeder, iyileştirmeye çalışmaz da onunla beraber yüzlerce yıl orada durur. Belki bir daha gideriz ve ellerimizle o yazıya dokunup bir iç çekeriz beraber olmasak da olur. Hatırlamak hep güzel, tebessümlerle hatırlamak daha da güzel çocuk. Unutma...

Toparlandık, köfte ekmek de cabası. Yiyeceğimiz bitmişti, kamp alanında ki köfteci ilaç gibi geldi. Şekerler yükseldiyse kısmen hadi Ankara'ya... Yol kötüydü bu sefer. Çünkü Damla orayı görmedi diye köy yolunu kullanmıştık. Saatler hızlıca geçti, ankaradaydık... Sonra bir kaç saat içinde yatağımda. Kalan şarabı şimdi bitiriyorum. Aynı yağmur kokusu geliyor burnuma, aynı kuş sesleri... aynı tat. Buradasın yanımda...

Kısacası, abimin dediğini yapıp "ölmeden önce bir kere kamp kur"muştum. Değmişti... Değmez mi hiç. aşık oldum bir kere daha, bir kere daha sonra bir kere daha. Aşk buydu, dört mevsimiyle, şarabı, sohbeti, soğuğu, acem türküleri ve çarşaf gibi gölüyle... Aşkdı işte...

Fikri veren birtanecik abime, kafa feneri, şarap ve cesaretlendirme konusunda full destek dostum Nazo'ya ve yanımda olana teşekkürler...Çok teşekkürler 


Sevgiler D.Y.

bahsettiğim yerler...

güzel kokuları geldi mi?









Wednesday, 7 June 2017

farketmeden seversin

kal demek varken neden susar ki insan,
anlatmak varken neden sadece öylece durur ki insan,
bu dünyaya sevmek için gelmedik mi?
sen de bunu için geldin!
severek doğdun,
sevilerek büyüdün,
hep sevdin...
tüm taşların sevgi ile oturdu.
nefret de vardı tabi...
o da sevgiden doğdu.
tıpkı senin gibi.
sev çocuk...
sevgi iyileştirir.
tüm yaralarını sarar,
arkana bile bakmaya vaktin olmaz,
inan bana...
kırıklarını toplar,
ağrılarını dindirir,
kadehine mey olur da şarkılar söyletir,
sev...
ne çıkar ki,
en kötü bir göl kıyısı bulur,
bir soğuk gece daha geçiririz,
sonra yine ipleri sevgiye bağlar,
geçileri yüzdürürüz o gölde.
sonra sabah olur,
o gemiler bize gerçek tebessümler getirir,
böylece yine seversin...
farketmeden...


Sevgiler D.Y.



biraz daha

şiir ile ilgili ön tavsiye;
*şiiri okurken Fazıl Say - Kumru dinlensin!





Hayyam söylüyor
Nazım ağlamaklı.
Ya biz?
biz kimiz peki?
yanında oturuyorum,
başım sana dönük,
nefesim sana doğru.
bir çok hayalim yanından sıyrılıp geçiyor.
"aşk" kelimesi geliyor hep aklıma.
korkuyorum...
susuyorum.
susmaktanda korkarken,
zamanı kolluyorum.
tutmak istiyorum,
ama hay bin kunduz!
durmuyor işte.
izafi olduğu söyleniyor,
hayır hep hızlı bu ara!
hep çabuk hep acele...
Acele et çocuk,
hem söylüyor,
hem ağlamaklıyken,
bir de üstüne şiir yazabiliyorsam,
durma,
bekleme,
gel sarıl yeter...
sustuklarımı anla,
tutamadığım zamana yardım et,
yelkovanı da sen tut...
korkuyorum,
biraz daha fazla gülümse...

Sevgiler D.Y.

Sunday, 7 May 2017

küçük kuş ve güneşte uçan göçmen kuş

zamanın birinde, uzak değil yakın diyarlarda uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş varmış. annesinden tek dinlediğiği şey güneşmiş... güneşin ısıttığı, güneşin kalbi yumuşattığı, güneşin iyileştirdiği, ve güneşin tek hayat kaynağı olduğunu öğrenmiş. yuvadan uçmaya başlamış, uzak diyarlarda kanat çırpmış, derelerin üzerinden, dağların aralarından, kumrularla, akbabalarla, turnalarla bile uçmuş aynı gök yüzünde. martılar görmüş, göçmen kuşları... her geri dönüşünde annesine anlatacakları olurmuş. uzun uzun anlatırmış her kuşu her cinsi, her uçuşu. Ardından gözleri daha iyi görmeye başlamış, yavaş yavaş yıldızları görmüş, gökyüzünde ki bulutları ve o bütün yansımaları. Yine annesine her seferinde heyecan ve hevesle anlatmış. Nasılda  ılık rüzgarlarda, sert fırtınalarda uçmayı başardığını ve artık nasıl da güzel uçtuğunu. kanatlarından esip geçen havayı anlatmış, onca yolu onca kilometreyi ve geçtiği tüm şehirleri. göç kafilelerini ve diğer bütün gördüklerini.

bir gün yine bir aşşağı bir yukarı uçarken güneşi görmüş... ısıtmış kanatlarını, sakinleştirmiş. annesinin güneş masallarını ve o güzel hikayeleri hatırlamış. Artık güneşi daha net görebiliyormuş, ve her seferinde daha da yaklaşmaya başlamış annesinin anlattığı bu devasa ışığa. yaklaştıkça bir silüet görmeye başlamış, her seferinde daha netleşiyormuş silüet. Sonunda bu silüette kinin bir başka kuş olduğunu farketmiş. Bu kuş hayli büyük ve epeyce de güçlüymüş. Biraz hüzünlü ama masmavi gözleri varmış. göçmenmiş o da, yeni değil çok olmuş uçmayı öğreneli. uzun uzun yıllardır uçuyormuş bir orada bir burada. hatta o annesinin bahsettiği masallarda bile arada da bir bahsettiği bir kuşmuş. Küçük kuş gibi az bulunan... ama her yaklaştığında o kuşa güneşe de yaklaşıyormuş. daha fazlasını görmek için her kanat çırpışta daha yaklaşırken, güneş daha belirgin kuş daha netleşiyormuş. ancak masallarda ki güneş, annesinin bahsettiği ışık ısıtırken yaklaştıkça yakıyormuş. canı acıyormuş, ama bu can acısı kuşa ve güneşe olan merakını eksiltmiyor, aksine her eve döndüğünde kanatları ufak ufak daha fazla siyah geliyormuş. annesinin sorularını hep yanıtsız bırakırken, bir sonra ki gün daha neler keşfedeceğini düşünüyormuş acılarını unutup güneş ve o diğer kuş ile ilgili. 

her gün daha da yaklaşıyor her gün daha da yanıyor ve her günb daha da canı yanıyormuş. Ama güneşe ve ona yakın uçan bu göçmen kuşa giderken ki her yolda içinde ki heyecanı, merakı ve huzuru tercih ediyormuş, ve can acısını bu heyecanları unutturuyormuş. her sohbet daha huzurlu her sohbet daha da keyifliymiş. her dönüş daha fazla acı ama her dönüş daha fazla huzurmuş. merakın yanında heyecan ve mutluluk da varmış...

güneşe yakın uçan göçmen kuşa bir gün sormuş, "neden benim canım bu kadar yanıyorken güneşe bu kadar yakın uçarken, sen her gün buradasın, her gün bu acıya nasıl dayanıyorsun?". göçmen kuş gülümsemiş, "seni bekliyorum" demiş...beklerken aynı küçük kuş gibi onunda canı yanıyormuş yaklaştıkça güneşe ama o da aynı merak ve huzur ile bunu unutuyormuş...

küçük kuş evine dönmüş ve annesine anlatmış...annesi küçük kuşun artık büyüdüğünü ve o masallarda ki güneşin aslında güzel olduğu kadar kanatlarını yakacağını ve acı vereceğini, hüzünle dolduracağını söylemiş küçük kalbini. Eklemiş; ona yakın uçan göçmen kuşlar kış gelince başka diyarlara uçarmış... çok alışmamalıymış.

ve sonra küçük kuş yanmış kanatlarına bakmış, düşünmüş... güneşi, o göçmen kuşu, küçük kalbini ve onun kocaman kanatlarını, sonra tekrar ona doğru yola çıkmış. yine güneşe yakın uçuyormuş, her zaman ki sohbetlerine devam etmiş...hikaye küçük kuş ölene kadar devam etmiş... göçmen kuş ise havalar soğuyunca gitmiş... güneşin yaktığı kocaman kanatları ile...

masallar, hikayeler, o güzel efsaneler böyle oluyor demiş. yakan bir şeyler, ama o yakan şeylerin içinde diğer tüm dünya da bu kadar da kalbini yumuşatan duygular olmazsa olmazmış.

derin bir iç çekmiş. son gördüğü tepesinde ışıldayan güneş ve o kocaman göçmen kuşun kocaman mavi gözleriymiş. 

Son

Sevgiler D.Y.















Friday, 17 March 2017

Yanyana

Özlüyor insan
İnsan olan insan olanı özlüyor
Saatlerce yanyana oturup susmayı
Yine yanyana oturup saatlerce konuşmayı...
Yazdıklarım cevapsız kalsın,
Düşüncelerim kanıtsız...
Yaşadık,
Oradaydık,
Yok değildi hiç bir şey,
Var da sayılmazdı ya aslında...
Haritalarca uzak
Saatlerce ayrı
İki parmağımın arasında ki sigaranın dumanı
İşte o bile tatsız...
Gelirsin belki,
Tekrar yanyana oturup susarız,
Vedamı o zamana saklıyorum,
Senden habersiz.

Sevgiler D.Y.

Friday, 13 January 2017

45lik

biraz dramatizeden bir şey olmaz,
derken gözlerim şimdiden dolu.
bir dolu sorunun içinde yüzerken ruhum,
ayaklarım geri geri gidiyor,
her kilometrede uzaklaşan.
gökyüzünü tutmak,
saatlere sarılmak istiyorum çoğu zaman.
ve gökyüzü durmuyor,
saatler ise kimseyi beklemiyor çocuk.
artık inanmıyorum masallara ben.
aşkın iyileştirdiğini düşünen kalbim,
içine attığı gözyaşlarında boğuluyor.
eski bir 45'likde yeniden iyileşirken,
istediğimi göremeyince,
yeniden gözlerimi kapatıyorum.
çünkü artık bazen gerçekten inanmıyorum.

Sevgiler D.Y. 

hiç mi?

tek kişilik diyalog değil bunlar.
gerisi var, ilerisi var, cevap vereni var
ya rakı kadehinde yüzen balık?
peki ya rüzgara karşı uçmaya çalışan o peri?
hiç mi inanmıyorsun?
hiç mi görmedin kayan bir yıldız?
hiç mi ölümsüz hissetmedin kendini?
gerçekten hiç mi inanmadın masallara?

Sevgiler D.Y.

Heves

küçük bir heves,
ufak bir sarhoşluk.
hafif bir ağrı.
yüzsüz bir neşe.
sessiz sabahlara uyanmak gibi,
geceden kalanları temizler gibi,
ayak seslerini dinliyorum.
kocaman günler yerine seninle,
ufak saatler planlıyorum.
"uçurtmayı vurmasınlar",
Barış'ı üzmesinler,
kanatlarımı onarırken ben,
o duvarları görüyorum sanki,
ziyaretlerim renkli değil,
köşeli laflarım,
sözler veremezken,
en ufak esintide hasta oluyorum.
boynumdan inen ince bir ter,
sana değiyor,
titriyorum...
sarhoşum,
biliyorum...

Sevgiler D.Y.

Cam

ilk defa içimden geçenleri bu kadar söylemiyorum.
ilk defa içimden geçenleri bu kadar ağlamıyorum.
ilk defa bu kadar susuyorum,
ilk defa bu kadar dinlemiyorum.
notalar uçuşurken kafamda,
hayal ettiğim küçük köylerin fotoğrafları hafızamda.
serin havalar değil ama,
güneşli sabahların ışığından kısılırken gözlerim,
seninkilerin renkleri cam gibi aklımda.

Sevgiler D.Y.

uzak

fazla yakın,
fazla yüksek sesli.
uzaklığım bir sarılma mesafesi,
uzatma kollarını,
daha fazla alıştırma kendini.

Sevgiler D.Y.

gece gündüze

dökülüyordu nehirler,
kocaman okyanuslara.
kaynar volkanların içinde,
toprak kavruluyordu.
gördüklerimin yanında ben,
küçücük ellerimle,
ancak şiir yazabiliyorum.
dönerken gece gündüze...

Sevgiler D.Y.

bağdaş

kısa cümleler kuruyorum artık.
uzun cümlelerde boğulmak yerine,
kısalarında daha hızlı ölüyorum.
dinlerken kendimi,
yoruluyorum.
koşarcasına değişirken aklımdakiler,
ilk at bindiğim gün ki gibi titriyor bacaklarım,
kalbim atıyor hızlı
dudaklarım kururken,
ellerimi hissetmiyorum.
yazmak istiyorum tam o sırada.
ki susarak yazabilirim ancak.
ama bu kadar harf nasıl gelir bir araya?
nasıl dönüşür kağıda satıra?
sen söyle şimdi çocuk,
uzun cümleler çekerken için,
neden kurduğun bağdaşın içinde,
sarhoş bedeninle,
kocaman ellerinle,
nasıl bu kadar sessizsin?
bana da anlatsan ya...

Sevgiler D.Y.

Sema

düşünüyorum başka bir yer var mı gidecek.
kaçmak çözüm mü ya da.
bir kuşun kanadında uçup semaya,
yıldızlara dokunabilir miyim?
orada süzülüp yer yüzüne ayak basmadan,
çiçek kokularını, bütün nehirleri,
dağları tepeleri bütün kelebek kanat çırpışlarını,
tüm sessizliği toplayabilir miyim?
bulutların ardında,
onlara sarılıp uyurken,
rüyalarımda seni görür müyüm?


Sevgiler D.Y.

Thursday, 12 January 2017

bir yerde

direniyorum her şeye
sana, gidişimize.
zamana, saate, çabuk gelen sabaha.
kızıyorum her şeye.
sana, gidişimize,
zamana, saate, çabuk gelen sabaha.
sonra üzülüyorum.
her şeye...
boşlukta uçan kelimelere,
yerini bulmayan sözlere,
hatırlayamadığım tarihlere,
özlediğim her şeye.
üzülüp üzülüp tekrar gülüyorum.
çünkü biliyorum başka yol yok.
küskün kalamam sonsuza kadar.
bir yer de sevmem lazım,
her şeyi...

Sevgiler D.Y.

Nim Sofyan

Nim Sofyan Senden Bana Yar Olmaz

dinlenmesi gerek bu şarkının her akşam her akşam üzeri...
Alçak ışıklar ve daldığın kocaman duvarlar da olmalı. 

kendi kendime

kendi kendime küsüyorum sana.
kendi kendime barışıyorum sonra.
ardından kendi kendime kırılıp,
kendi kendime uzaklaşıyorum.
sonra tekrar kendi kendime sarılıyorum.
kendi kendime yaşıyorum seninle...


Sevgiler D.Y.

biliyorum

bilmiyorum nereye kaçacağım bundan,
belki saklanacağım ama,
ruhum yakalandı.
kalbimi de yanında götürmek üzere.
sessiz olmak benim seçimim.
konuştuğumda susmayacağım biliyorum.
belki bir gün söylerim.
belki sen de bir gün dinlersin.
elini tutarım belki bir gün.
yanağına bir öpücük kondurup,
"gel" derim.
gelmezsin, gelmeyeceksin biliyorum.
işte sırf bu yüzden,
kaçmak ve susmak en tatlısı,
biliyorum...

Sevgiler D.Y.

Gibi

kuşların cümleleri,
kalemin sesi,
şarabın aydınlığı,
kağıdın kesiği,
sabahın karanlığı,
ya da "güle güle"nin güzelliği gibiyiz...

Sevgiler D.Y. 


hepsi

Dilini bilmediğim şarkılar,
yolunu unuttuğum parklar,
yerini unuttuğum dileklerim,
kapaklarını kaybettiğim kutularım,
isimlerini unuttuğum dostlarım...
hepsi aklımda aslında,
hepsi benimle,
hepsi burada...

Sevgiler DY

Monday, 9 January 2017

dikkat uzun yazı

görmediğimi sanıyorlar. bilmediğimi sanıyorlar. düşünmediğimi sanıyorlar. anlamadığımı anlamak istemediğimi sanıyorlar. ne kadar da farklı durum aslında... fazlasıyla anlayıp fazlasıyla düşünüyor ve fazlasıyla görüyorum. noktalama işaretleri bir yana şimdi... sadece yazmak istiyorum, dinlediğim yeter. biraz konuşmak isitiyorum. şiir tadında olmasın bu, bu sefer küçük harflerle yazılan bir yazı olsun. kalbimin sesi belki aklımın belki de parmaklarımın götürdüğü yer.

yolun ortasındaydı çocuk. tam ortasında. elinde şarap kadehi bana bakıyordu. sigarası yeni sönmüştü, yenisine mecali yoktu. arabalar geçiyorduyanından, egzoz kokuları... ah ne kötüydü. oyasa ki o oramana uyanmak istiyordu. kim mi o? o biziz işte... bizim araflarımız, bizim beceremediklerimiz yapamadıklarımız bizim, umursamak istemediklerimiz. hepimizin yok mu sanki aklında geçenleri söylemedikleri? yok mu hiç bağıra bağıra söylemek istediğiniz şarkılar ancak söyleyemediğiniz şarkılar? deli gibi dans etmek istediğiniz zamanlar şarabınız bittiği zamanlar? olmuyor mu oluyor işte... Sofie'nin Dünyası'nda bir şey söylüyorlardı; filozof her daim her şeye şaşırandır... Bebekleri düşünün.. bir kedinin koşması, senin ellerini çırpman ne kadar da ilginç onlar için değil mi? işte öyle yaşıyorum ben... her şey yeni benim için. Her şeye şaşırırken kınanıyorum. "Nesi var bunun Damla?". nesi mi var? bir bebeğin gülüşü, bir kedinin mırıldaması, kar yağışı, yolları kapatışı, bir çocuğun ilk kelimesi, ilk tebessümü...bunlar değil mi bizi yaşatan? neden şaşırmam garip? sen de şaşır... şaşır ki düşün.düşün ki yaşa.. "düşünüyorum öyle ise varı" sence boşuna mı söylenmiş.. Ya da "to be or not to be and that's the question" boşuna mı yazılmış? asla... her şeyin bir sebebi var. önemli olan bunu bulamasanda o yolda ölmek değil mi...ölmek ve ölüm biraz dramatize edilmiş hali her şeyin. dramatize etmekte üzerime yoktur laf aramızda. Ancak, dramatize etmek demek aslında bir yandan da içine duygu fırlatmak değil mi? duygu fırlatmak... ne güzel oldu bu...

nerede kalmıştık... o yolun ortasında duran adamdan bahsediyorduk. özlemi hatırlatan, hatırlattığını getirmeyen, getirdiğini unutturan... dostlar var, yok mu.. eskisi gibi kalmadı evet ama hala var. bir elin beş parmağı gibi. az-öz, iyi-ılımlı, akıllı-makul....onlar kalıyor bir de ailen işte eninde sonunda. keşkelerin bir yana o yolun ortasında duran adam bir yana, sen, dostların, ailen ve onların güzel yüzleri... bir çok şeye değiyor. bir çok şeyi unutturuyor. değil mi?

dünyaları geziyoruz. bir tek ülkeleri şehirleri yerküreyi gezmiyoruz... her insan bir dünya. her isimde bir dünya geziyoruz. hepsi birer deneme hepsi birer şiir. üniversitedeyken Muammer hocamız bize her şiir her deneme bir deneyimdir der. yaşamana gerek yok! çöz dizeleri, çöz karakterleri, çöz ironileri buluyorsun işte! yeni bir deneyim.ne olmuş kim ne yapmış nasıl sonuçlanmış.. yaşamana gerek var mı? al işte sana deneyim. bilmediğim dillerde dinledikleriniz bile birer deneyim...

birine şaşırırdım "konudan konuya nasıl geliyorsun, takip edemiyorum seni" diye. şimdi anlıyorum şimdi adlandırabiliyorum. aslında ben de oradan oraya dünyadan dünyaya gidebiliyorum...sudoku çözmek gibi bir şey işte bunlar...yazıyorsun yazdıkça yazıyorsun... sonucumuz ilk cümlemizle nasıl alakalı acaba. sen de düşün, sen de sev, sen de özle, sen de anlat, sen de hisset, sen de anla! sen de dinle! hayat öylesine yaşamak için çok kısa. hayat hiç bir şey düşünmemek için çok çok kısa. hele ki hayat sorgulamamak ve alışmak sıradanlaşmak için daha da kısa...

sev... düşün... anla...dene...düş...tekrar dene...tekrar düş ve tekrar sev ve ardından tekrar anla. tekrar yanıl. oku, üzerine git, öğren, çöz, çözemesen de çocuk kim bilir hangi şehirde, işte orada öyle öl. sıradan, alışılmış rutinlerin içinde kaybolma.Kabbalah'da dediği gibi "her şeye bir manevi anlam ver" ve sonrasında her şeyi öyle kabul et. para, araba, ev mal mülk.. belki bir bar cikolata. onu bile bir lütuf olarak gör. kimden? ve sonra tekrar düşün...

yazmaya devam edersem sayfalar sürecek ve sıkılacaksın... ama unutma, sıradanlaşmak ve sorgusuz alışılmışlığın içine girmek kendine ve sana verilmiş bu ömüre yapabileceğin en kötü şey.

ah bir de, o yolun ortasında durana sarılabileceğin kadar sarıl. sonra "keşke" denen iğrenç hiçliğin içine düşme. dene... sev. düşün anla dene düş tekrar dene. 


Sevgiler D.Y.