DY

DY

Thursday, 1 November 2012

Gönülden

Görmek değildir illaki bilmek
İlla gördüğünü işittiğini mi biliyorum der insan
O zaman neye yarar okumak neye yarar yazmak
Bilmek kalptende olur zaman zaman
Kalbinden görürsün duyarsın bilirsin.
Sonunda; nereden biliyorsun dediklerinde,
Sen, ufak bir tebessümle,
Gönülden dersin.

Sevgiler DY

Deli

insan nereye gittiğini bilmeden yürür bazen.
çakıl taşlarıyla konuşur delirmeden bir tık öncesinde
kendi ayak izlerini başkasının ki sanar
kendi kendine gülerken kendi kendinede ağlayabilir.

Ayak sesini unutur, her adımdan bir tane daha atar.
hatırlar, sevinir.
unutur, üzülür.

tanımadığın insanların üzüntülerini benimsersin
bazen sevinçlerini.
nefret ettiklerinin bile acılarını anlamaya çalışırsın.
delilik bu ya bazen üzülürsün bile onlar için.

insanları kaybetmenin ne demek olduğunu en derinden bilen sen,
hayatından kaybolanlara sadece yavaş yürümelerini tavsiye edersin.
içinden "şansları bol olsun" dersin.
delilik bu ya bazen pişman olursun.

geç kalmamışssındır hiç bir şeye.
aksine hep herkesin önünde olmuşssundur.
o yüzden hem iyi hem kötüsündür.

melankoliyi seversin ya bazen hani.
öylesine hüzünlü şarkılar açıp hiç derdin yokken dertlenirsin.
rakı sevmez deliler.
canı rakı çeker
bi kadeh demlenirsin..


 Sevgiler
DY

Tuesday, 30 October 2012

CUMHURİYET CUMHURUNDUR!

Dün Cumhuriyet'imizin 89. yılı idi. 1933 yılında, Cumhuriyet'imizin 10. yılını kutlarken Atatürk'ün 10.yıl Nutkunu okuyan var mı aramızda? Bence okunmalı....

Lafı uzatmadan direk dün olanlara geleceğim. Hatırlar mısınız bundan önce yapılan Cumhuriyet yürüyüşümüzü ? Tandoğan meydanından Anıtkabir'e yürünmüştü yanlış hatırlamıyorsam. Neydi sebebi? Yine Cumhuriyet'imizin Laik düzenimizin özgürlüklerimizin elimizden alındığını düşündüğümüz zamanlardı. Değil mi? Atatürk ve ilkelerinin, mirasının değersiz bir kitap gibi raflara kaldırılmasını izlemekten bıktığımız günlerdi. O günler bu günleri gördüğümüz günlerdi! Sayfalarca yazıldı çizildi "dikkat edin kendinize gelin elden gidiyor ülke yavaş yavaşta laik düzen demokratik düzen" diye.. Nerdeee. Bizim koyun milletimiz bizim bir kömüre tamah eden milletimiz yine gitti oyunu kendini küçük düşüren yüzbinlerce şehidimizi öylesine ölüme atan bir lidere verdi. Ne denir? Gerçekleri göstermek benim görevim değil. Bu iş anamuhalefete aittir ki onlarda işlerini artık düzgün yapamıyorlar. Ordu desen baskı ve zulüm altında. Yok yere ordu zayıf düştü. Paşalar komutanlar hepsi içeride. Yargı deseniz yine hükümetin tekelinde. Yakında imam hatip mezunları savcı 18 yaşındaki çocuklar mülletvekili olacak. 60 aylık kardeşlerimiz daha tuvaletlerini düzene sokamamışken anne babalarından ayrı disipline edilmeye çalışılıyor. Futbolcudan milletvekili, milyarlarca liradan makam odaları yapılıyor. Yazsak yazarız yazmasına ama bir işe yaradığınıda artık düşünmüyorum. Medya bölünmüş, meslek liseleri kapatılmış imam hatip olmuş, elektrik, doğal gaz hızla fiyat artışında, emekli ağlıyor, TOKİ konutları dere yataklarına yapılıp bir dere taşkınında mahfoluyor ve "afet" deniyor! VAN MÜNÜT!

Neyse yazacak çok şey var ama ben biraz dünden bahsetmek istiyorum çünkü çok doldum. Biraz önce Başbakanın konuşmasını dinledim ve aslında dayanamayıp kapattım. İllegal örgüt diyor! Söyleyemiyor kimdir kimlerdir diye. Orda benim gördüğüm iki tane örgüt vardı biri TGB biriside ADD. Bunlar ne yapmışlardır neye zararları vardır? "Cumhuriyet arkanızda" pankartının neresi zararlıdır???? Sorarım! Üstünde Atatürk resmi? Neden bu nefret neden bu kin! Millet toplanmış hep beraber birlik olup bir tören düzenlemiş. Nizamımı olur Cumhuriyet kutlamasının! Size ne kime ne kardeşim! 

Dünden önceki günümüz yolda geçti; pazar günümüz. Pazarda aslında Safranboluda kalmak istiyorduk ancak bütün Türkiye gibi tatilimizi pazartesiye uzatmadık ve pazardan Ulus'da toplanmak için döndük Ankara'ya. Gece dedem ile konuştum (emekli Albay kendisi, 1926 doğumlu istihkam subayı). Dedem bile bana "yanına limon al kızım" dedi. Abim ise (ODTU mezunu) bana "Damlacığım güzel kardeşim dikkat et, bunlar size izin vermeyecek korkularından size zarar verecekler kimseye zararınız yok sadece kalabalık ve onlara karsınız dikkat et" dedi.... Haberimiz vardı yasakladığından valinin. Ne olacak biz orda toplanacağız yürüyeceğiz beraber olacağız! Bir rota var yaklaşık 4-5 kilometrelik. Trafiğe kapatsan ölürmüsün? zaten az kişi var Ankarada trafik çok yoğun değil. Ne olur Ulus'dan Anıtkabire yürüyelim! Dedem harbiyedeyken taaa nereden Anıtkabire yürürlermiş!!! Düşünün artık...Yürüyenlerde harbokulu öğrencileri imiş... Nerdeeeen nereye. Neyse sonuç olarak saat 11:00 'de Ulus Meclis binasında toplanılacağını öğrendik ki ben bunu ne bir partinin sayfasından nede bir email ağından öğrendim. Kendi mezun olduğum lisenin bir ilanında okudum (illegal örgüt dediği TED Ankara Koleji mezunlar derneği olabilir mi acaba?). "TED mezunları olarak oradayız" gibi bir cümle idi. Şimdi hatırlamıyorum tam olarak. Mehmet Can ile saatleştik ve toplu taşıma ile gitmeye karar verdik. Ankaray ile Kızılay'a gidip oradan aktarma ile Metro kullanarak Ulus'a ulaşacaktık. İnsan kalabalığı taaa Kızılaydan başlamıştı çok heyecanlandık. Aynı sevinci aynı heyecanı duyanlar olması etrafında çok güzeldi. Ulus durağına geldik ki vagon inanılmaz kalabalıktı. Herkesin elinde Türk bayrakları Atatürk resimleri rozetleri... Muhteşemdi. Kapılar açıldı kalabalık oluk oluk inmeye başladı ama nedense her zaman yaklaşık 2 dakikadan fazla kapılarını açık bırakan yolcuların inmesini bekleyen makinist birden kapıları habersiz bir şekilde kapattı! Sıkışlanlar oldu gözümün önünde. Uzun bir beklemeden sonra (yaklaşık 40 saniye kadar) makinist kapıları açtı sıkışanlar kurtuldu ve vagonun içinde kalanlar korku ile hızlıca vagınları boşalttı....Öfkeliydik... Çok öfkeli.... Makinist kafasını çıkartıp "noldu be nolacak hızlı olsaydınız" diye bağırdı. Burdan kendisine en ağır hakaretlerimi bizzat iletiyorum! Heyecanımız yerini strese bırakmıştı. engellemeler buradan başlıyorsa çantamdaki limonlar işe yaramalıydı. Üstelik astımım var birşey olursa ne olacaktı? Ölürmüydüm? Ölsemde feda olsun idi...

Alana geldik buluşacağımız insanlar ile buluştuk. endişeli bir kalabalık vardı ama yinede herkes bir ağızdan "yürüyelim arkadaşlarr laylararalaylay" ı söylüyor bayraklarını sallıyordu. Meclisin çok ilerisindeydik bizden önce gelenler vardı saat 11:30 civarında. Bekleme sürdü ne yapılacağı  nereden yürüyeceğimizi düşünürken birden ilerisi karışmaya başladı... Duyduk ki gördük ki panzerler ile su sıkılmış ve benim teyzemin dayımın bulunduğu kalabalığa hiç bir şey yapmazken biber gazı sıkılmıştı. Tabiki deniz gözlükleri işe yaramış :) Bir çok kişi kaçarak geçti yanımızdan gözleri kıp kırmızı öksürük içinde sırılsıklam... Benim söyleyeceklerim aslında burda bitiyor. Siyasi çekişme değil bu. Bazıları Cumhuriyetin elden gitmediğini söylesede ben ve dün Ulusdaki 100 bini aşkın kişi böyle düşünmüyor. Yasaklı medya susuyor, hükümet elimizden alabildiğini almaya çalışıyor... Bu işler daha büyüyecek bu iş burada kalmayacak. Örgütse tek kişilik Mustafa Kemal Ordusu desinler bana, konuşana yasak ise heryerde konuşurum. Cumhuriyet resepsiyonununda karşılayan başörtülü bir firstlady var iken, bazı illerde bu "büyük bayram" dandik bir pastanede kutlanırken, okul kitaplarından Atatürk resimleri çıkartılırken (hangi kitaplar söyleyin diyenlere cevap verildi internette bulabilirsiniz) BEN KORKMAYACAĞIM!!!!! BENİM GİBİLERDE KORKMASIN BİZ ULU BİR MİLLETİZ, BİZ ŞERİATI GETİRMEYE ÇALIŞANLARA VE BU İŞLERE MAŞA OLANLARA PABUÇ BIRAKMAYIZ. KALABALIĞIZ VE ARTIK ÖFKELİYİZ. 

Ben böyle büyüdüm. Böyle büyümeseydimde Allah'ın bana verdiği akıl ile doğru yolu bulurdum. Özgürlükler ve sevgi ülkesini devam ettirmek belki zor kayıplarımız çok, gazetecilerimiz yazarlarımız içeride, paşalar dört duvarlar arkasında... Yapabileceğimi yapıp elimden geleni ardıma koymayacağım. Bu yalanlara bu cahilliğe bu edepsizliğe uymayacağım. Zaten bizim olanı bizden, benden, gelecekteki çocuklarımdan torunlarımdan almaya çalışanların karşısında dimdik duracağım!

Başlık biraz önce Başbakanın konuşmasından alıntıdır. Bilerek yazdım ki o cümlenin altı nasıl doldururlur görsünler. Onunki ironik bir tavır. Tamamen hayali ve şizofrenik. Farkındalık farketmek isteyenindir, hareket etmeyen zincirlerininde farkına varamaz duvarlarınında. 

Ve evet CHP'ye oyumu vereceğim.

Sevgiler;

DY



Thursday, 27 September 2012

Sorularım vardı benim :)

Merhaba! uzun zamandır yazmadığımı farkettim ve işimden ara verip birazcık aklımdakileri yazayım istedim. Yoksa rüyalarım ve dolayısı ile bilinçaltım beni öldürecek :) Bir gece rüyamda hooop diye gideceğim öbür tarafa. Cidden :) Neyse o değilde aklımda bağğğğğzı sorular var bu ara;

Soru 1: insanlar hayatlarındakilerin mutluluğunu isterlerken ki bu arkadaş dost sevgili anne baba herkes olabilir, neden genel geçer kuralları baz alırlarda, onları tanıyıp gerçekte nasıl mutlu olacaklarını bilmeden işlere kalkışırlar? Yani bir insanı mutlu etmek yada olmasına yardımcı olmak onu tanıyıp aslında neden mutlu olacağını, nelerin onu mutlu edeceğini bilmektir. Yoksa atıyorum "kız arkadaşı ile kavga ediyor, ayrılmalısın" diye bir çözüm bence dünyanın en gerzekçe çözümlerinden biri olurdu. Bakarsın duruma ve ilk soracağın soruda şu olur "kardeşim seviyor musun?". "evet" cevabını alıp hala israrla ama üzüyor mutsuzsunuz cevabını veriyorsan bırak işi gücü, bırak eğitimi meğitimi git bir köye yerleş orda salatalık büyüt. Yada tam tersi git Oxford'da yada Cambridge'de bilimin peşinden koş duyguları s.et. Cidden...Soru basitti herkesin başına gelebilcek saçma sapan durumlardan birine soru sordum. Cevabı çok basit; karşınızdakine olumlu yaklaşın ve onu tanıdığınızdan emin olun öğüt verirken. Benden tavsiye. 

Soru 2 : İnsanlar neden bu kadar sahtedir? Yani benimde sahte olduğum durumlar olmuyor mu? oluyor... Mesela farzı misal, kardeşim dediğim bir arkadaşımın sevmediği bir kızarkadaşı vardı, ayy ama öyle böyle değil tam bir kompleks küpü dünya basiti ve inanılamayacak bir şekilde köylü. Neyse, buluşuyoruz ediyoruz bilmem ne, işte tam orada sırf kardeşimin ona nasıl sarıldığını görüp onun huzurunu mutluluğunu farkettiğim için sahte sahte davrandığım olmuştur. Yani kıza çemkirmeden kötü davranmadan böyle çooook zaman geçirmişizdir. Gibi bir örnekte verebilrim size. Ama onun dışında yakın dostların, arkadaşların vs vs bunları yapabiliyor olması cidden vahim ve insanlığın öldüğü durumlar. Ne hissediyorsan onu söyle. Ben duruma muhtaçtım yani mecburdum kısacası arkadaşımı kaybetmemek adına. Ya diğerleri? Bu her yerde cici kız numaraları yapan ama aslında içleri çürümüş tiplerin? (bu lafıda hiç sevmem ama kullanmadan edemedim) Cevabı olmayan bir soru buyrun. Aman diyim böyle olmayın herkes beni sevsin tribine girerseniz bu hallere düşersiniz. Bazılarıda sevmesin arkadan konuşsunlar boşveeer!

Soru 3 : İnsanlarla dalga geçmek cidden kötü birşeymi? EVET 27 YAŞIMDA BUNU ANLADIM :) Ortaokuldan beri okulun (kendimize göre) ileri gelenlerinden saydığımız için kendimizi hep ama hep birileriyle sürekli alay halindeydik. Ms. Burstlermi olmadı, Gülsine lermi olmadı, garip garip isimlermi takmadık, arkalarındanmı bağırmadık ohoohh neler neler. Bir kaç ay önce bir kızın ayağının 38-39 olduğundan bahsederken içimden "oha one öyle o kadar ayak mı olurmuş offf çok kötü amaaaııımmmğğğ" falan gibi anormal salak tepkiler verdim. Yada "ay kızın anlının ortasındaki sivilceye bak" gibi :)))) sonra gel gelelim zaman geçti ayaklarım şişmeye başladı (nedendir bilinmez) neyse benim 36 ayaklarım ol 37 :) birden koca ayak oldum resmen. Sonrasındada cildim bi bozuldu gibi fazla abur cuburdan.Allahım dedim yani cidden bir daha kimseyle alay edip dalga geçmicem. Mesela geçenlerde aklıma geldi biz eskiden "ay Allahım ne kadar çirkin bir bebek töbe töbeee" diye baya baya bunu söylediğimiz bebekler olmuştur :))))))) Biliyorum çok ayıp ama bunu yeni yeni farkediorum salak bişi oldıuğunu. Allahım senden burdanda özür diliyorum cidden bak gerçekten bilerek isteyerek yapmadım. (Allah korusun benim çocuğum öyle olurmuşşşşşş :)))  Ya işte böyle....:) Gençlik toyluk...

Sorularım bitti benim şimdi sıra hayalini London'dan beri kurduğum "CIRQUE DU SOLEIL" e geldi. Cidden ben 2010 daydı hatırlıyorum London'da O2 center'a gelmişlerdi gidememiştim. Ya pahalıydı yada kimse benimle gelmemişti yani sonuç olarak baya baya içimde kalmıştı (Paul Mc Cartney konseri gibi). Gel gelelim İstanbula geldi ve biz sevgilimle yer bulduk :))) Yanlış anlaşılmasın aylar önce 1.kademeler bitmiş ondan 2.kademe aldık :) Neyse sonuç olarak haftasonu bu kaçırdığım ve izlemek istediğim değişik gösteriye gidiyorum. Eğer gidemediyseniz D&R'da DVD'leri vardı bir zamanlar, üniversitedeyken kocaman bir ekranda izlemiştik ve çok keyifliydi. "Alegrio" gösterisi grubun en güzel ve en beğenilen gösterilerinden  biri kaçırmayacağım bu sefer yakaladığım için mutluyum. Mutluyuz hatta :)))

Benim işime geri dönmem lazım.

Sevgiler DY











Friday, 17 August 2012

HAPPY

I FEEL 

MYSELF 

LUCKY 

FOR BEING 

ME


                                                                                :)

Wednesday, 15 August 2012

Bir an

Bir an:

Gözlerini açtığında konuşamayacak kadar sarhoştu
dili döndüğünce konuşmaya anlatmaya çalışıyordu.
Bana döndü ve çatal sesiyle,
"hep sev" dedi.
elindeki defne yaprağını kokladı,
Nefesini duyabiliyordum.
ikimizde sustuk.
Yağmurun sesi çınlıyor gibiydi.
Tekrar konuşmayı denedi.
Yapamadı,
Uykuya daldı.
Uykusunda sayıklıyordu
"sev sev sevmek en kolayı yavrum"
Diyordu....



Sevgiler DY




Wednesday, 8 August 2012

50 Ways to Say Goodbye (FUN)

Hey! The music video that you will be watching in the next 5 mins (if you want to) is about a man who was left by his girl friend and the dramatic moments of him that he lives in a market after one of his friend asked "where is your girlfriend? She is always with you?".

I've just put down the lyrics for you to make you enjoy the video more and feel the funny similies inside it. On the other hand it is a little bit sad though... :)

Cheers!

enjoy!
 
                                              

"50 Ways To Say Goodbye"

My heart is paralyzed

My head was oversized
I'll take the high road like I should
You said it's meant to be
That it's not you, it's me
You're leaving now for my own good

That's cool, but if my friends ask where you are I'm gonna say


She went down in an airplane

Fried getting suntanned
Fell in a cement mixer full of quicksand
Help me, help me, I'm no good at goodbyes!
She met a shark under water
Fell and no one caught her
I returned everything I ever bought her
Help me, help me, I'm all out of lies
And ways to say you died

My pride still feels the sting

You were my everything
Some day I'll find a love like yours (a love like yours)
She'll think I'm Superman
Not super minivan
How could you leave on Yom Kippur?

That's cool, but if my friends ask where you are I'm gonna say


She was caught in a mudslide

Eaten by a lion
Got run over by a crappy purple Scion
Help me, help me, I'm no good at goodbyes!
She dried up in the desert
Drowned in a hot tub
Danced to death at an east side night club
Help me, help me, I'm all out of lies
And ways to say you died

I wanna live a thousand lives with you

I wanna be the one you're dying to
Love...but you don't want to

That's cool, but if my friends ask where you are I'm gonna say

That's cool, but if my friends ask where you are I'm gonna say

She went down in an airplane

Fried getting suntanned
Fell in a cement mixer full of quicksand
Help me, help me, I'm no good at goodbyes!
She met a shark under water
Fell and no one caught her
I returned everything I ever bought her
Help me, help me, I'm all out of lies

She was caught in a mudslide

Eaten by a lion
Got run over by a crappy purple Scion
Help me, help me, I'm no good at goodbyes!
She dried up in the desert
Drowned in a hot tub
Danced to death at an east side night club
Help me, help me, I'm all out of lies
And ways to say you died

Kocaman kırmızı

Elimde kocaman kırmızı bir top
Nereye atarsam oraya gidecek.
Sıcak ülkelerde rengi solacak.
Soğuk ülkelerde ise donacak.
Yağmurda ıslanacak,
Karda üşüyecek.
Güneşte eriyecek.

Kim bilir belki senin ayaklarına gelecek.
Sen dokunacaksın ona.
Sonra kafanı kaldırıp beni göreceksin.
Sahil kenarı olacak büyük ihtimalle.
Ben hala ufak tefeğim,
Sende aynısın....
Çok zaman geçmiştir oysa.
Kırmızı kocaman topu bana verirsin belki.
Ellerinin değdiği yer hala sıcaktır.
Kim bilir....

Kokunda siner mi ona?
Benimle gelse her yere...
Gitmek olmak istediğim her yerde benimle gelse.
Tatlı uykularımda,
Korkunç rüyalarımda,
Karanlık korkumda,
Özlemlerimde,
Deniz kabuğundan gelen seslerde...
"Damla" dediğini duyarım belki.
Ellerinin sıcaklığı kalmıştır belki gerçekten?
Kaybettiğim resimleri bulurum o anda belki.
Sıcak bir ülke ise renkleride solmuştur değil mi?
Kocaman kırmızı topun sana değdiği yer,
İlk nefesini hissettiğim yerden o kadar uzak ki...
Onu anlarım belki biranda
Sonra çok üzülürüm ama değil mi?

Gitme ihtimalimi biliyorum ben.
Kalma ihtimalimide.
Kırmızı renkler ile neler yapabileceğimide.
Yeter ki kalbim yerinde dursun.
Yeter ki aklımla aynı yerde olsun.
Tüm ülkeler, tüm renkler, tüm denizler,
Tüm kokular, tüm iklimler....
Sana çıkar.
Zorlandığı yerde ben sana çıkartırım hepsini meraketme.
Kimse merak etmesin.
Dünyayı taşıdğım kalbim bunuda yapabilir, değil mi?


Sevgiler DY



Tuesday, 7 August 2012

Balıkçı

Kendini bilmişsin sen.
Ukalanın teki.
Umursamaz duygusuz.
Yalan söyler rakı içersin.
Gözlerin kapkara.
Ellerin gazete lekesi.
Adın ne bilmem.
Balıkçı mıydın?
Hangi balıkları tutarsın?
dolar mı ağların?
Özlemez misin kıyıyı?
Özlediğinde mi içersin?
Sen söyle biraz sen anlat kötü adam isen.
Gözlerin görmüyor mu artık?
Yalan söylemekte niye?
Elbet hikayen olmalı senin de.
Bir sevdiğin,
Ellerinin yağlıboya olduğu bir zaman.
Temiz pak giyindiğin,
Parlak makosenler giydiğin.
Belki şapka bile takıyordun.
Gazetenin yanında bir puro vardı belki.
anlat bize bilelim.
Anlat vazgeçmiş ve vazgeçilmiş olmak ne demek.


Sevgiler DY

Nasıl olurdu?

Nasıl olurdu acaba?
Neden olurdu acaba?
Yağmur yağmasaydı.
Hava bulutlardan arınabilseydi.
yıllar sonrasına fikrimiz olurmuydu?
Gözlerden ırak sahil kasabasında yaşayanları,
Verandalarda mangalda balık yapanları,
Orada mutlu olanları görebilirmiydik?
Güneşin başka doğduğunu görebilirmiydik?
Herkesin sonbahardan uzak,
En yakının yaz olduğu birşeyler...
Yolun en başında bile o verandanın rengini bilebilmek...
O kadar uzakmıdır?
Nasıl olurdu vazgeçmiş olmak?
Neden olurdu?
Dönüp bakabilmek nasıl olurdu?

Wednesday, 1 August 2012

Yaş 26, 26 Temmuz 2012

Yarın ki dersime hazırlık yapmam gerekirken kendimi yine blogumda buldum. Çok değil 26 sında 26. yaşımı bitirdim. Tesadüfler silsileleri bazen güzel rastlantılar oladabiliyormuş değil mi:) 2 , 6  ve 7'ninde şanslı sayım olduğunu söylemden geçemicem. Geçen seneki doğumgünümde ki yazımın üstüne biraz daha olgun biraz daha ayakları yerde bir Damla olduğumu düşünüyorum. Evet belki biraz daha yanlız evet belki biraz daha suskun ama daha huzurlu olduğunu düşünüyorum. Hayatımdan çıkarttığım insanların aslında bana mutsuzluk verdiği gerçeği zamanla daha çok gündeme gelmiş ve demekki bardakları taşırmış ki hayatımda yoklar. Kişi isim vs vs değil bazı hayatlardan bile vazgeçilmiş olması yeter diye düşünüyorum.

Çok olmadı canımın canından can kopalı. Mutlu görünsemde aslında derin bir hüzün içindeyim hala ben. Mutlu olduğumuz zamanlar yok mu var ama her mutlu zamanın sonundaki o ufak sessizlik, o saniyeler süren ama bazen asırlarmış gibi gelen sessizlik... insanı neler düşündürüyor bir bilseniz. En çok "keşke" dedirtiyor insana o sessiz asır saliseler. Keşke demeyi bıraktığımızda zaten daha berrak görebilirmişiz ya önümüzü işte ölüm bunları daha fazla içimize işletiyor. 

Bu gri yağmur dolu bulutların arasında mutlu olduğum o kadar çok zaman var ki....Kısa ama güzel yaz tatilimiz, güzel akşam yemeklerimiz, güzel şaraplarımız ve güzel sohbetlerimiz.... Hala Londra özlemi içerisindeyim. Vakit bulupta gidemediğim için bazen kendimden nefret etmekle beraber oradan gelen güzel resim ve özlem giderici kokular beni biraz kendime getiriyor. Takıntıların en güzeli o ben biliyorum..

Bazı şeyler daha netleşti bu aralarda. Aslında gerçekten sevdiğim insanların bana ne kadarda zarar verebilme ihtimallerinin olduğunu gördüm. İnsanların bencilce sadece birtek beni düşünmeden nede kolay hareket edebildiklerini gördüm. Ben bunları gördükçe içimdeki küçük kız oldu kocaman bir küp. Küp dediysemde içi dolu küp sirke ile doldu desem daha güzel bir benzetme olur. Yani kısaca yine zararım kendime oldu. Baş ağrıları mide ağrıları ile birleşti sağlığım elimden kaymak üzereyken yeni farkettim aslında benim "önce sağlık" dediğimi ve bunu bozacak şeylerden kaçınmam gerektiğini. 

Benim verdiğim sözler var benim sorumluluklarım var. Öyle somut şeyler değil bunlar. Yeri zamanı geldiğindede ösylenecek şeylerde değil. Ömür boyu el ele olacağım sözler. Kendimi kaybetmek yada üzüntüden küp hali almak benimde hakkım bende insanım ama buna sadece ben ve hayatımda 1.sıradakiler karışabilir diye düşünüyorum... Üzdüğüm kırdığım insanlar ise kendilerinden meshuldür. Kimse 5 yaşında değil yada kimse uyuşturucu bağımlısı alkolik değil ki yaptığının farkına varmasın. Lise çağlarındada değiliz aşk gözümüzü kör etsin... Zaman ve süreç diye birşeyden bir haber insanlar sebep bunlara. Zarar gören hiö görmemesi gereken son görmesi gerekenler oldu...Madalyalar yolda... Hırs yapmadım hiç bir şeyi ben hırslı değilimdir öyle. Sadece kendime zarar veririm karşımdakini utandırırım... Yada şimdi yaptığım gibi bırakırım terbiyeleri ahlakları ve karakterleri müsade ettiği sürece vicdanlarıyla konuşmalarını beklerim. Oda olmuyor ise yüksek ihtimalle "herkesin cehennemi cenneti bu dünyadadır" kuramımı geçirmek zorunda kalacağım. Yani bence çoğu ceza mutsuzluk ve ızdıraptır. Anlayana....

Unutulmasın tekrarlıyorum, sevmek en kolayı, sevin. Hoşgörün, kin tutmayın... Karşıdakinin zararı kendi içinin temizliğinden kapanır kısa sürede sevdiğinin bir bakışına bakar ama işte onların sevgisizlikleridir ki bir ömür mutsuzluk olur. Olmasın. 


Bu mübarek günlerde bizi düşündürecek bir şeyler yazdıysam sizi düşündürdüysem ne ala. Mutlu olurum.... Yazın keyfini çıkartın, bol bol gülümseyin ve kalp kırmayın.

Sevgiler DY.





Wednesday, 4 July 2012

akşam harman olmak

İnsanlar şarkı sözü yazıyorlar ya hani bazen, bazen hani böyle öyle güzel yazıyorlar ya hani...İşte o zaman birde sen onları dinliyorsun ya. Çok güzel olmuyor mu?

Sorusu yokmuş, zaten soranıda yokmuş. gidecek yolu planı yokmuş yordamıda bilmiyormuş. olsa bile nasıl gideceğini bilmiyormuş. çaresiz bir aşka tutulmuş, tek çaresi ölmesiymiş... cesaretide yokmuş birinin öldürmesini bekliyormuş çekip onu vurmasını...   günleri çuvallara girmiş, gecesi gündüzüne karışmış, güneşi görsede farketmez olmuş. bıçağı saklayan kın gibi olmuş resmen. susuyormuş konuşamıyormuş. sırrınıda paylaşacağı kimse yokmuş en kötüsü.

Demlenmek... dertleriyle demleniyormuş o gece. yavaş yavaş içine siniyormuş dertleri. Ama en güzeli neymiş biliyormusunuz? Pişmanda değilmiş...Dert geliyorsa ondan gelsin diyormuş. Sonra farkediyormuş ki kendi kendine çarpıyor.. işte orda "harman" demiş... Herşeyden varmış o gece içinde.

Güneş görmesede, ona haz vermesede doğuyormuş aslında, hep kışta hissetsede aslında baharda geliyormuş, farketmesede zaman akıyormuş ve birçok şey için zaman geliyormuş ya aslında.... İşte onun derdinin dermanı yokmuş. O kadar çaresizmiş. Çaresizliğinide bu kadar güzel anlatmış...

Fikret Kızılok 2001'de aramızdan ayrılmış olsada ne kadar güzel dertler olabildiğini, dert ile hüzün ile mutluda olunabildiğini göstermemiş mi? nurlar içinde yatsın aşık olmuş belli. çaresiz bir aşkmış belli. Ne kadarda güzel yazmış ne kadarda güzel anlatmış aşkını... Neydi o laf...neydi neydi..."mutsuzum ama keyfim yerinde" ses tonu işte bu. ayaklarını uzatmışın güzel bir hamakta ama şarabını biraz buruk içiyorsun ama için huzur dolu... Yada denize karşı bir dunble rakın var bir dilimde peynirin. yetmezmi? işte tam orada eksiksin. bu onun şarkısı....





Sevgiler DY

Tuesday, 29 May 2012

Mantık bunun neresinde ?

24 Mayıs'ı 25'ine bağlayan geceydi, kan bağı taşımasamda aslında kan bağı taşırmışcasına üzüldüğüm bir geceydi. Şarkılarını aslında "pekde şu ara tarzım değil" diyerek dinlemek  istemediğim adamdı o gece. Şimdi sonsuza kadar dinleyecekmişim gibi ve asla sıkılmayacakmışım gibi bütün şarkıları. Neden mi? Çünkü ortak noktamız var, hemde hayatlarımızın en önemli varlığı bu ortak noktamız. söz konusu bu olunca sanki ona daha daha yakındım... Sanki benim parçamı aldılar götürdüler gibi....Cümlelerim parça parça biliyorum bugün, içimde düşüncelerimde öyle çünkü. Affedin. Daha önce birşeyler yazmayı denedim. Yapamadım kafam çok dağınıktı halada öyle ama en azından biraz daha içim suskun. Düşüncelerimden uzaklaşmak için denediklerim eh işte işe yarıyor çünkü şuanda. Mantığımla yazıyorum...

Eftal Küçük

1961 yılında Ankara’da dünyaya gelen Eftal KÜÇÜK, 1979 yılında Yeni Türkü’ye katıldı. Gruptan ayrıldığı 1984 yılına kadar bütün konserlerde ve albüm kayıtlarında gitar, buzuki ve Karadeniz kemençesi çaldı. 1985 yılında Tolga ÇANDAR, Erkan OBAN ve Bahadır SUDA ile Çağdaş Türkü isimli müzik grubu kurdu ve grupla birlikte Bekle Beni (1986) ve Delikanlıya (1987) adlı albümleri yayınlandı. Elektrik ve elektronik mühendisi olarak başladığı profesyonel kariyerini, 1987 yılında kendi kurduğu mühendislik şirketinde sürdürmektedir.
Eftal KÜÇÜK 1961 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Liseyi Mimar Kemalettin Lisesi’nde tamamlayan KÜÇÜK, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden 1985 yılında mezun oldu.
Müziğe ilkokul sıralarında mandolin ve gitar çalarak başladı. Bu dönemde kısa bir süre Devlet Opera ve Balesi’nde bale eğitimi de alan KÜÇÜK, lise yıllarında TRT’de yayımlanan Telespor Sizlerle isimli televizyon programında okuduğu liseyi gitar çalarak temsil etti ve birinciliğe layık görüldü. Lise yıllarında çeşitli amatör gruplarla birlikte müzik yapan KÜÇÜK, ilk bestelerini de bu dönemde yapmıştır. Yine kendi kurduğu amatör müzik grubuyla, TRT 3 Radyosu’nda yayınlanan Stüdyo FM isimli programa katılmıştır. Bu programa katılması, ODTÜ’deki müzik topluluklarına kendini kolayca kabul ettirmesini sağlamıştır.
1979’un Ekim ayında Derya KÖROĞLU’nun davetiyle Yeni Türkü’ye katıldı. Grupta bulunduğu 5 yıl boyunca, gitar, buzuki ve Karadeniz kemençesi çaldı. 1984 yılında grup üyelerinin birçoğunun İstanbul’a taşınması nedeniyle gruptan ayrıldı ve Çağdaş Türkü isimli müzik grubunu Tolga ÇANDAR, Erkan OBAN ve Bahadır SUDA ile birlikte kurdu. 1986 yılında Bekle Beni ve 1987 yılında Delikanlıya isimli iki albüme imza attılar.
Üniversiteden mezun olduğu 1985 yılında, elektrik ve elektronik mühendisi olarak başladığı profesyonel kariyerini, 1987 yılında kendi kurduğu mühendislik firmasında sürdürmektedir.
Evli ve 1 çocuk babasıdır.

Yer Aldığı Albümler

Akdeniz Akdeniz; Buzuki, Karadeniz Kemençe, Gitar.
Film Müzikleri
; Buzuki, Karadeniz Kemençe, Gitar.
Yeni Türkü - Çekirdek Sanatevi Resitali; Buzuki, Karadeniz Kemençe, Gitar


Eftal amca sakin bir adamdı. Nadir gülen yüzü vardı benim gördüğüm. Esprilerime gülünce kendimi iyi hissediyordum sanki. Mehmet Can ile olduğu zamanlarda ise onu izliyordu. İkimiz varsak bir ona bir bana bakıyordu konuşmasada izliyordu. Şarkı sözü yazdığını çok sonra öğrenmiştim. Şarkı sözlerini okuyunca onu gerçekten tanımaya başlamıştım aslında.... Çaldığı enstrümanlardan ziyade yazdıklarıydı beni ilgilendiren. Çok dile getirmesemde şarkılarını dinlemektense sözlerini okumayı tercih ettim. Bir şairi daha iyi tanımanın yolu biyografisini okumak değil şiirlerini okumaktır. Öyle dokunursun ona, ruhuna kalbine.... Oğlunu mükemmel yetiştirmiş, mükemmel eserler yaratmış, bir çağın adamı olmuş Eftal Küçük. Daha fazla tanımayı belki daha rahat rahat konuşabilmeyi çok çok isterdim. Kafamdaki planları ona daha erken sölemeyi isterdim...

Keşkelerin olmadığı bir yerler istiyorum. İyi insanlar ölmesin, iyi insanlar eserleri ile anılmasın sadece istiyorum. Yanıbaşımızda otursunlar, sohbet edelim onlar sağlıklı sıhatli olsun, onlar daha çok yaratsın biz daha daha büyüdükçe daha güzel anlayalım onları daha bilerek dokunalım kalplerine...

Yazıları mantığımızla yazarız, düşüncelerimiz mantıklı olmalı ama neden şiirler şarkılar ve ölüm mantıksız?  soruyorum....!

Kendi kendime kimse bilmeden bir söz verdim ben Eftal amcaya... Hiç merak etmesin....





DY.

Monday, 14 May 2012

'09 OCAK - şiir defterinden masterpiece ler

ezbererim değişti,
uykularım bölük pörçük
gözlerim kapanıyor yok yere
arada bir dolmalarıda cabası
sarı renkli bir dua bu
ya da çoktan eskimeye yüz tutmuş bir eldiven
sesimin karıştığı sözler,
bilmediğim yüzler,
bildiklerimin yanında o kadar sırıtıyor ki.
nasıl yerine oturacak parçalarım bilmiyorum
bir arada tutan parçalarım kayıp
bulmak için güneşin doğması gerek
saat daha geç...
ne olur biri açsın ışıkları


--------------------------------------------


sessiz 
çıt çıkmasın
öldürdüm ben onu
kimseler duymasın
attım bie nehire
dönüp dolaşıp bana gelsin diye
inan hiç kan akmadı
onu öldürdüğümü o bile duymadı


-------------------------------------------




yeşil duvarlar
sarı turuncu masalar
onların üstünde beyaz papatyalar
anlamlı olsun diye kibarlaşanlar,
farkında değiller renker solmuşlar

-----------------------------------------

siyah cümleler kurmaktansa
bembeyaz susmalar tercih ediyorum
gönlümün pencereleri buğulu
kapıları sessiz
kimseye hoşgeldin diyemem
sana daha hoşçakal dememişken

----------------------------------------

*('09 Ocak)

**şiirler kimseye itaf edilmemiştir. karalamalarımdan çıkanlardır....sadece uzun zamandır bu kadar güzel şiir yazamamışken eski şiirlerimin ne kadarda güzel ve içten olduğunu farkettim ve her zamanki gibi paylaştım.

Sevgiler DY

Monday, 30 April 2012

Aşk şiiri

Gördüğün insanlar,
Yaptığın hatalar,
Kaçtığın şanslar...
Hepsi sensin aslında.
Kayıkta senin kürekte denizde.
Kaybettiklerini bir dere kenarında bulasın diye,
Ilık sakin bir denizde kulaç atabilesin diye aşk senindir.
Sevesin, gerçekten toprağa ayak basasın diyedir.

Çöllerin ortasında olmadan,
Issız biryerlerde yaşamadan,
Güneş gözlüğünle gözyaşlarını sakladığın günler olmadan,
Bir kaç kitaptan sonra hala kafan aynı yerde kalmadan,
Anlayamazsın dostum gerçek mutluluğu.

Doğada olan renklerdir seni hayata bağlayan.
Gökyüzünün mavisi,
Yağmurun renksizliği.
Şarabın güzel kırmızısı.
Dumanlı sisli puslu rüyalarda görüdklerindir aslında o.
Seni ona bağlayansa farksızdır senden.
Yine sende biter sende başlar.
Saklayamadığın gözyaşın olur işte birden
Ama bu sefer mutluluktandır dostum.
doğru olanıda budur.



Sevgiler DY

Ankara ve monolog

ne zamandır derin derin bişiler yazmak istiyorum ama çıkmıyor birtürlü. İlham periciğim ile alakası yokda sanırım kafamı biraz daha az çalıştırıyorum.Yaz geldi zaten gönül yaylarımda vücut yaylarımda gevşedi herkes gibi. böle uzadımmm yayıldım :) Ya sen? :)

Canım aslında biraz Ankara'dan bahsetmek istiyor. İstanbullu ve İzmirlilere göre "kuru" Ankara'dan. Çoğu kimseler sevmez ama nedendir bilmem ben biir ayrı aşığım bu şehire. Çıkmaz sokaklarına, kuru havasına, sakin publarına, bowling ve dart huylarına. Her zaman yürüyüş yapabileceğiniz bir parkur olmasına, soğuk insanlarına, orta halli memur tavrına ve bana kazandırdıklarına. Sevgilimle tanıştığımızda, İstanbul'da, bana -Bende Ankara'da oturuyorum. dediğinde nede çok sevinmiştim. Aman Tanrım:) Hele birde TED'den mezunsanız Ankara sizin eski dostunuzdur çünkü her yer kolejli kaynar, her an her yerden bir ilkokul arkadaşı yada ortaokul arkadaiınız fırlayabilir. -It hezzz bin ayyyyyycııızzzz diyerekten yanına gelir. Telefonlar alınır, görüşelim denir ama? Koşturmacada çoğunlukla gerçekleştirilemeyenler şehridir Ankara aslında bakmayın sakin durduğuna. Hastaneler, bakanlıklar, Meclis...Vesaiiire Vesaire. Ben sosyal tarafıyla ilgiliyim şuan. Doktor baba ressam annenin 26 yaşındaki kızı olarak 26 yıldır bulunduğum şehirden o kadar mutluyum ki. Nefes alıyorum burada ben. Elimle koymuş gibi heryeri. Her sokağı....Ve en güzeli ne biliyormusunuz eski dost gibiyiz çünkü her sokağında caddesinde bir anı vardır mutlaka. Mesela Tunaı Mc kapanınca okadar üzüldümki... Çünki ortaokul zamanlarımızda arada bir kaçıp geldiğimiz Mc Donalds dı orası. Hani Mc Royal'in bir kaç lira olduğu zamanlardan bahsediyorum. Kuğulunun Kuğulu olduğu, Ankara simidinin tadının daha güzel olduğu, dersanelerin henüz okul olmadığı zamanlardan bahsediyorum. Büyük Kolej - TED kavgalarından, Tuttie's partilerinden ve öğlen aralarında gidilen Champs den bahsediyorum . Hatırlayan? Bir çoğumuz....

İstanbul ve diğer şehirler benim için tebdil-i mekan aslında. Hani atları eğitirken dikkat dağılsın diye şöyle kendi etraflarında bir döndürürler. Bir tur yeter terar eski bilinc haline dönmesine. aynen bunun gibi bu sehir ile ilişkimiz. Ciddi düşünüyoruz aslında bakma, seviyoruz ve hayatlarımızı sonsuza kadar birleştirmek istiyoruz. Ciddiyim. Ulustaki hamamlar, bahçeli 7.cadde, Tunalı, Çayyolu falan filan. Güzel şehir Ankara. Dostlar aile sevgili burda bir kere. Mutluluk burda doğup büyüdüğüm ev burada, ilk defa koştuğum sokaklar burda, pembe bisiklertimin tekerleklerinin döndüğü ve ilk defa düştüğüm sokaklar burada. İstanbul'un martıları Londra'nın müzeleri hiç üzülmesin darılmasın ama yapacak birşey yok. Ankara'da aşık olmayanda anlamaz beni...

(PS:Radyo ODTU başka hangi şehirde var birde öyle düşünelim.)

Sevgiler DY

Saturday, 28 April 2012

Şarkılar sözleri ve beyin fırtınası

Her şarkıda farklı hisseder ya insan mesela;




Sandığım kadarı ile 1995 lerden kalma bir şarkı ve aslında daha eskiymiş gibi geliyor bana. Yanlız yaşayan bir kızın hafif aşk acısıymış gibi sanki. Genelde zıplayarak söylediğim bir şarkı bu. Kendimi 15'imde gibi hissettiriyor bana nedense. Nina Elisabet Persson'ın sesinden olsa gerek. İsveçli grubun sevdiğim şarkılarından aslında. İnfoyu geçip konuya gelmek istiyorum. Deneysel bir çalışma istiyorum bugün. Şarkıların bende yarattığı duygular konumuz... Dediğim gibi (devam ediyorum) zıplayarak söylüyorum şarkıyı ve çocuksu bir ses tonuyla söylüyorum. Şarkının sözleride zaten tekerleme gibi ve "you broke my heart" demek yerine "you can always say you did no major harm" diyor :) Çok sevimli bir anlatım summer's charm gibi benzetmeler bence şahane geliyor kulağa. Bir kadının erkek arkadaşının yaz hakkında söylediği bir sözü şarkıda anlatması çok cici geliyor bana. Bir yandanda hüzünlü ki sonunda diyor zaten ; 

symptoms are so deep
something here's so wrong
nothing is complete
nowhere to belong
symptoms are so deep
I think I'd better stay
here on my own
so spare me if you please
 Birinin ona verdiği zararı ancak bu kadar kibar ve hanım hanımcık anlatabilirdi sanırım bir kadın.... bir daha bu kadar güzel şarkılar yapılacak mı acaba? Yada bir erkek bir kadının kalbini kırdığında bir kadın bu kadar kibar bir şekilde acısını yaşayabilecek mi dersiniz? sanmıyorum....



Bir diğer şarkıda;




İrlandalı bir adamın söylediği şarkıyı nasıl sevmem....Sesi o kadar içime işliyor ki şarkının içine giriyorum resmen. Aşk duygusu çok yoğun değil mi? "Take me in your arms and hold me take me in your arms and hold say you never let me go". Kim söyledi en son size bunları? İnsan hüzünleniyor birazda aslında şarkıyı dinlerken. Ben yaşadığım aşktan çok memnunum ancak şarkıda sözlerin ait olduğu aşkı merak ediyor insan. Adam gerçek aşk denizinden su içtiğimi anlarsın diyor, hemde dudaklarıma bak...oradan anlarsın diyor. Ve en güzeli ne biliyormusunuz? En son kimin kollarında gerçekten kendinizi güvende hissettiniz? ve bunu söyleyebildiniz? Şarkılar böyle işte size farketmediğiniz şeyleri söyletiyor hatırlatıyor. Ölürken bile kimi yanınızda istiyorsunuz şuanda? Şarkıyı dinlerken o adamı yada kadını düşünün gözlerinizden ufak yaşlar damlıyor inanın bana...Yoğun yaşatıyor insana aşkını. Kin nefret yok. Belki eski sevgilinizi bile düşünebilirsiniz yada ilk aşkınızı ama içinde aşk olacağo kesin...Saf tertemiz mis kokulu. Ben şarkıyı uzun zamandır dinlemiyormuşum. dinleyince anlamsız bir şekilde gözlerim doldu, sonra biraz titrek bir sesle şarkıyı söylemeye devam ettim çok garip... Shakespeare de böyledir işte, evrensel duyguları kağıda dökmek, enstrüman yada başka türlü aygıtlar yardımı ile paylaşmaktır der. duyguların evrenselliği ilkesi her zaman geçerlidir, herkes seni anlayabilir aslında, herkes senin hissettiklerini hissedebilir hayatının bir diliminde önce yada sonra... Belki sokaktan geçen o kadın seninle aynı şekilde özlüyordur birini yada aynı şekilde seviyordur? Arada bir düşünmek ve daha anlayışlı olmak lazım.


bir şarkıdan bunlar çıkıyorsa hayatın boyunca müzik dinlerken neler düşündün acaba...Keşke herkes yazsa, dinlediğini yaşayabilse, düşündüğünü söyleyebilse. 

"We need more than one nose blink to make this happen"  (BeWitched)


Sevgiler DY 

PS: bu hafta psikoloğuma gitmicem anlaşılan :)

Saturday, 21 April 2012

Ata binmezsin! At binersin!

Bugün sevdiğim birşey hakkınd ayazmaya karar verdim. Üzgünüm herkese hitab etmicem ama sanırım geç bile kaldım diye düşünyorum.

Sanırım 7-8 yaşlarındaydım Atlı Spor klübünde tenis deslerine bşlamıştım yazın oyalanmak için. Annem saolsun...Sabahtan akşama kdr o küçücük boyumla tenis oynuyordum. Tartan kort hep ayakkabılarımızı kırmızı yapardı ya hani öyleydi işte. Ter içinde eve gitmek zaten bir ölümdü ama çokda güzel dostluklarım olmuştu. O yaşta bu kdr güzel sosyalleşebilmek şahaneydi. Toplarımı hep kaybeder her gün eve gittiğimde raketimin neresinin çizilmiş olduğunu bakardım, eeee dunlop du titanium olmasada:) Ankaralılar Ankara Atlı Spor'u bilirler. Çiftlik kavşağının azıcık üstünde Binicilik İhtisasın bir altındadır. Yani bizim eve yaklaşık 10 dk yürüme mesafesi oluyor. O zamanlar Ertürk abimle gidip gelirdik bazende annem alırdı. Ertürk ile giderdim çünkü bi kaç ana yol geçmem gerekiyordu o kadar da değil dendi ve beraber gitmeye başladık.

Neyse, zamanla öğle aralarımızda klübü keşfetmeye başladık bacak kadar boyumuzla. Sonra bir baktım ki kocaman bir açık manej! Yanındaki lokalde yemek yerdik genelde ve balkonları açık maneje bakardı. Sosislimi yerken genelde manzaram engel atlayan güzel estetik atlar, güzel kızlar ve güzel erkeklerdi :)))) Gel zaman git zaman bir gün anneme babama "ben at binicem" demişim...Ve at aşkı başlamış...O saatten sonra hep at çizmişim insandan önce at çizmek istemişim. At belgeselleri izlemişim, ilkokulda ilk ingilizce ödevim bile bir biniclik dergisini eleştirmek olmuş, falan öle bir kafa...

O bu değilde, bence atlar dünyanın en asil en vakur ve kişilikli hayvanlarından. Duygusallar, soylular ve insanın medeniyetler öncesinde bile en iyi dostları. Biliyorsunuz....İşin kısası bu "adorable creatures" (bence ancak böyle anlatılıyor) - mükemmel varlıklar ile tanışmam böyle olmuş. Tenis ve biniclik uzun zaman beraber götürdüm yıllarca hatta. Lise zamanlarında sağ dizimde kıkırdak erimesi olana kadar... Doktor: iki ters kasları çalıştıran sporu aynı anda yapmışssın ya o ya o Damla.!! Daha az at biner oldum daha fazla tenis oynamaya başladım. Çünkü cidden dizlerime çok yük biniyordu ve ciddi ağrılar çekiyordum lisede. Sonra zaten üniversite ve sağlıksız yaşam...

En son geçenlerde,  bi yılın ardından at binmek isteyincede düştüm zaten...13 yıldan sonra ilk defa. Ki Atlı Sporu eskiden bilenler "Baran" ı da bilirler...O bile düşürememiştir beni düşünün yani...Velhasıl kelam, binicilik sporu bence dünyanın en güzel sporlarından biri...Hayvan ile yapılıyor, onunla iletişimdesin, etkileşimdesin ve gözlerinle dokunarak onunla iletişim kuruyorsun. o senin istediğini yapmıyor aslında unutma bunu. Hiç bir zorunluluğu yok sadece "loyal"lar...Mükemmeller ve merhametliler...İstediği anda ortalığı birbirine katıp kaçıp gidebilir. Çokda büyük hasarlara sebep olabilr ancak yapmıyorlar..korkularından mı? sanmam.

Bir elma parçası bir havuç parçası ve biraz şeker o mükemmel hayvanın seni ömrü boyunca hatırlamasını sağlıcaktır. Burunlarının yumuşak derisinide sen unutamazsın hiç bir zaman. Hayvan sevgisi sadece kedi köpek olmasa gerek...O kimine göre pis kokan ahırlar benim için cennet gibi..Hala arada bir Atlı sporun yada Binicilik ihtisasın lokaline gidildiğinde içim sızlar bir üzülürüm nedense daha sık yapamadığım ve hayallerimin peşinden bu kadar kısa koştuğum için. Klübü ve havasını bana kattıklarını asla unutamam. Kerami hocamıi bana hediye ettiği Tog'u, Dalyanı ve Espartoyu...Ordaki dostluklarımı...


at binmek hayat gibidir...Üç seçeneğin vardır, ya hiç mahmuz kullanmazsın baldır ile yürütürsün (dörtnala çıkmak bilindiği gibi hayvana daha hızlı vurmakda değildir ayrıca), ya yuvarlak mahmuz kullanırsın hayvan metalin soğukluğunu hafifi hisseder ama canı acımaz yada bazıları gibi canını yakacak sivri mahmuzlardan kullanırsın...Zorla yürütürsün, can yakarsın. Seçim senin...

Sevgiler DY.


Tuesday, 17 April 2012

Uçurtmayı vurmasınlar - Küçük Barış

Çok küçüktüm inanın yaşımı hatırlamıyorum ama "maam" yani namı diyar bebekliğimden beri yanımdan ayırmadığım adınıda kendim koyduğum (bir anda adı maaaaaaaa dediğim - BKNZ: SNOOPY; LINUS) kumaş parçasına sarılarak izlediğimi hatırlıyorum. Bir film için ilk o zaman ağlamıştım sanırım sonra bir de "Lion King" vardı değil mi? Offf... Baba aslan öldüğünde hüngür şakır annemle ben. Babam annem ben gitmiştik mısırlar kolalar herşey yerindeydi. Tam bir aile saadeti pazarıydı. Ay pardon sanırım başta bahsetmek istediğim filmi unuttum; "Uçurtmayı Vurmasınlar". 1989 yılında Tunç Başaran'ın yönetmenliğinde çekilen film aslında kimse bilmesede Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde çekilmiş. Küçük Barış'ın hikayesiydi aslında. Annesinin orda  doğurduğu onu ve dışarıyı hiç görmemişti çocuk...Kadınlar koğuşunda geçen ömrü dışarı çıkan bir mahkumun gökyüzünde onun için dışarıdan uçurduğu bir uçurtmayla renklenmişti..sonra tahmin edersiniz ki gardiyanlar uçurtmaya ateş ederek vurmaya çalışırlar..Halbuki "küçük Barış" için çok şey ifade eden, bir çok şey demek olan o uçurtmayı vurmaya çalışırken ufak bir yüreği kırmış umutlarını hayallerinide vurmak istemişlerdi; ama başaramazlar...

Off çok acı bence... Ancak film;
 ödüllerine layık görünmüştür ki ödüller hiçde azımsanmayacak türden.

O SON SAHNE (sakın ağlamayın)


Sadece filmi hatırladım ve hatırlatmak istedim.

Sevgiler DY

Unutmak ve diğerleri üstüne kısa kısa

Ben uyumakta zorluk çekersem, yatağıma yattığımda genelde olmak istediğim yerleri hayal ederim, yada sevdiğim yerleri adım adım gezerim, etrafıma bakarım, ayaklarımın altındaki toprağı hissedecekmiş kadar sahici ve gerçekçi bir şekilde dolaşırım bir yerlerde. Havayı solurum, rüzgarı hissederim, o kadar yani... Sonra uyur gideirm işte, sabah uyandığımdada ne düşündüğümü bile unutmuş olurum. çok ilginç...

Hayatta böyle işte...çoğu zaman çoğu şeyi unutturur bir şekilde. uykuya dalarsınız yada biraz alkol alırsınız. oldu bitti işte... Unuttuğunuzu sandığınız şeylerde vardır yabiki.Tıpkı ertesi gün yatağıma yattığımda ondan önceki gece tam olarak ne düşünerek uyuduğumu hatırlamam gibi işte. O yürüdüğüm yola tekrar geri giderim işte uyuyamazsam şayet. Garip değil mi? 

Çoğu zaman bilerek unuturuz çoğu zaman bilmeden istemeden. Kaybettiğimiz şeyler, hayatlar eşyalar çoğu zaman kendiliğinden unutulur..Zaman diyoruz ya işte. Aynen öyle. Zaman zaman hatırlanır ama biraz daha siliktir işte her seferinde. Yediğin ilk dondurmayı hatırlıyor musun? yada oynadığın ilk bilyenin rengini? ama anı şöyle böyle hatırlıyorsun değil mi?

Sözüm şu ki; bugün beni düşündüren insanların zamanla ne kadarda değiştirğini kendi gözlerimle görüyor olmam. bu bana acı versede herkesin "kişisel" gelişimi kendine değil mi? ama ya zamanında beni bu huylar için üzdülerse? işte o zaman kocaman bir "ahmak" ı hakediyorlardır! Bence...


Yazmak istediğim çok şey var bu ara ancak sanki bir yerlerde düğümleniyor birşeyler, aklıma geliyor kafamdan yazıyorum düşünüyorum ve musluğun yaklaşık 2 dk dır boşa aktığını görüyorum kendime gelip hayatıma devam ediyorum. Ama yazmamış oluyorum.Aklımdan geçenleri kayda alıcak biri lazım sanırım.

Son söz olarak tavsiyem, değişirken insanları kırmayın, unutmayın. Her yatağa yattığınızda kurduğunuz hayalin bile sizde bir emeği var... her ettiğiniz duada onada yer verin. Vefa. Vefasızları sevmeyenler var biliyorum işte diyeceğim o ki; sizde vefasız olmayın. aynı şekilde unutkanlık ile karşılaşabilirsiniz. 

Sevgiler DY.

Monday, 26 March 2012

Damla-damlamak

BAHÇEDE 
Damla, kendini tamamlayınca damlar. 
Günlerin gecelere bağlanışında bir, Gecelerin günlere uzanışında iki, Birikmemi tamamlanmaktan koruyorum şöyle ki: 
önce bir şeyler yitiriyorum, somut şeyler, Çakmak, tarak, kalem, çanta, saat, para gibi Önemsiz şeyler. Alışkanlığım tükenmiyor Biriktirmeyi sürdürüyorum gene, Usanmıyorum. Biçimler, renkler, şişeler eskiler. Unuttuklarımı saymıyorum çünkü unutmuyorum. Azala azala yitmekten Bir de bütünlenmekten ötede Hüzünlü bir gecikme içine dalıyorum Yalnız başıma Özel yoluma sapıyorum.. Seziyorum, Birileri özenle bana bakıyor. Uykum kaçıyor, ne iyi diyorum, Soyut şeyler karışıyor yaşantıma. Elimi kesiyorum, kan akıyor, Gizliden gizliye seviniyorum. Öyle yalanlar saklanıyor ki gözlerime Canım acıyor, Deliriyorum; Seviyorum neden sonra anlıyorlar Acı acı seviniyorum. 
Gözüme ilişiyor, kulağıma ilişiyor, Görmemezliğe geliyorum, Duymamazlığa geliyorum, Düşünmüyorum, öteye itiyorum. Damlamıyorum. 
(...) 
Özdemir Asaf







Ağlamak demiş Özdemir Asaf...Biriktiriyorum ama dolmuyor, doldurmuyorum bilerek. Yenileri sayıyorum eskileri saymıyorum ve dolamıyorum demiş...Ne kadar güzel söylemiş. 


Ağlamaktan bahsetmek bile beni heyecanlandırıyor. Dünyanın en sulugözlü insanıyım ve dünyada ota b. a ağlayan o delilerden biriyim :) Mesela en son attan düştüğümde 13 yıldır at biniyorum ama ilk defa düşüyorum diye ağladım mesela, düşün yani...Ayrı bi delilik. Ağlamak bence şahane birşey, ben şahsen sevinçtende ağlarım mutluluktanda gözlerim dolar gururlanınca heyecanlanınca. Ülkeme uzun zamandan sonra ayak bastığımda ağlamıştım mesela. Bi sigara yakma ile eşdeğer kafalar aslında. Herkes ağlayabilmeki bence. Ağlamak çoğunlukla güçsüzlük ve bunun gibi şekillerde algılansada duygularıı fiziksel bir şekilde gösterebilmek ne kadar güzel birşey... 


Sevdiği adamın yüzüne gözlerine bakınca gözleri dolar ya insanın...Yada annesini özlediğinde, yada abisi evlendiğinde, arkadaşı "ben aşık oldum" diye aradığında (sık sık olmamak kaydı ile sonra büyüsü kaçıyor). Güzel şey değil mi?


Adım "Damla", abim koymuş bu ismi. Çokda sevdiğim ismimden mi bilmem bu şiiri sevdim ve seçtim paylaşmak için. 


Küçük tavsiye; ağlamak için patlamayı beklemeyin....


Sevgiler DY

Friday, 23 March 2012

Babalar ve Kızları

 Sabah Gazetesi okumam ancak internette gözüme çarptı paylaşmak istedim. Kızarkadaşlarım'a....Okurken gözleriniz dolacak biliyorum.

 Nar taneleri, kız çocukları

Salı günü haber saatine yakın atv'deydim. Erdoğan'ın (Aktaş) odasına girdim...
Az önce Afganistan şehitlerini uğurlama töreninin görüntülerini hazırlamışlardı. Boğazında bir yumruk, konuşmakta zorlanıyordu.
Sonra bir kâğıt uzattı bana, okumam için.
Bir baba olarak duygularını kâğıda dökmüştü. Ama nasıl derin ve içli biçimde! Kaptım elinden, "bu bende kalsın!" dedim.
Aşağıdaki yazı, sevgili Erdoğan Aktaş'ın işte o yazısıdır.

***
Kimse bana alınmasın. Kimse kızmasın bana. Özellikle de oğullarım. Hangisini birbirinden ayırt edebilirim ki? Evlatlarım onlar. Ama gelin görün ki kızım farklı. Yapabileceğim bir şey yok, O farklı. Biliyorum, ben de onun için farklıyım. Babayım ben. Babasıyım O'nun. O'nun babası. Kızım.
Çocuklar arasında ayrımcılık yapmak değildir bu. Kim ne derse desin. Kız çocukları farklı, erkek çocukları farklıdır. Kim ne derse desin. Kızım. Yoksa insanın evlatları arasından birini az, diğerini çok sevmesi değil. Mümkün mü? Şöyle yazıyordu okuduğum bir kitabın kapağında: "Nara sorun, hangi tanesini daha çok sever?" Durum tamamıyla bu. Hiçbirini diğerinden ayırt edemezsiniz. Edemem. Ama kızım farklı.
Bir kıyaslama da yapmıyorum. Ama kızım farklı. Kızım. Kız çocukları. Kız babaları. Kızım farklı. Kız çocuklarının babalarına koşması bile farklıdır. Nar taneleri, kız çocukları.
Odamdakilerle konuşurken, o görüntüyü gördüm. Tören bitmiş, askeri kurallar yerine getirilmiş ve artık onlar son yolculuklarına uğurlanacaklar. Yan yana tabutlar. Bir anda koşmaya başlayan kız çocuklarını gördüm. Babalarına koşuyorlardı. Kanım dondu. Durdum. Yüzüm düştü.
Hiç tartışmam, dünyanın en güzel görüntüsüdür, bir kız çocuğunun babasına doğru koşması. Her adımda saçları bir o yana, bir bu yana salınır. Yüzünde bir mutluluk! Kız çocukları böyle koşar babalarına. Dünyanın en güvenilir insanının kollarıdır koştukları. Kız çocukları böyle koşar babalarına. Gülerler. Kendilerinden emin. Kız çocukları böyle koşar babalarına. Sarılırlar. Sonra, baba mı o sevginin içinde kaybolur, yoksa kız çocuğu mu babasının kollarında, bilemem. Benim hissettiğim, tam bir kayboluş ve sonra yeniden varoluş duygusudur. Kız çocuğu, nar tanesi.
Onlar da öyle koştular babalarına. Ama son kez. Tabutlara doğru son hızla koştular. Bırakmak istemiyorlardı. Son kez sarılmak, son kez koklamak, son kez öpmek, son kez dokunmak istediler. Tabutlara sarıldılar, ölümün soğukluğuna, kâinatın en sıcak busesini kondurdular. Ağlayarak, parçalanarak.
Tabuta doğru yaklaştıklarında, isimleri aradılar eğilip. Yanlış tabuta, yanlış babaya, bir başkasının babasına sarılmamak için. Kendi babalarını aradılar. Kız çocukları böyle koşar babalarına, Hani denir ya, "Kimse kusursuz değildir" diye. Yanlış. Bir tek, bir kız çocuğunun babasına koşmasında kusur bulamazsınız. O kadar muhteşemdir. O kadar çarpıcı ve o kadar sonsuzluk dolu. Öyle koştular babalarına. Sarıldılar son kez. Babalar da kız çocuklarına.
Baba diye ağlarken, belki de bilmiyorlardı babalarının onları gerçekten duyduğunu, gerçekten hissettiğini ve gerçekten onlara da sarıldığını. Bir kız çocuğu babasına öyle koşar, babaları da böyle hisseder.

Haşmet Babaoğlu

Lana Del Rey and her VIDEO GAME

 She is at the age of 25 just like me but, when i hear her voice it makes me feel like im in my 50's and in an english pub listening an old, mature jazz singer....I really like her songs and really happy when Im listening her. Just wante to share....

Also good to know about her;

Elizabeth Woolridge Grant("Lizzy Grant") (born June 21, 1986), better known by her stage name Lana Del Rey, is an American singer and songwriter. She has been described as a "self-styled gangsta Nancy Sinatra",and cites Britney Spears,Elvis Presley and Kurt Cobain amongst her musical influences.


Swinging in the backyard
Pull up in your fast car
Whistling my name

Open up a beer
And you say get over here
And play a video game

I'm in his favorite sun dress
Watching me get undressed
Take that body downtown

I say you the bestest
Lean in for a big kiss
Put his favorite perfume on

Go play a video game

It's you, it's you, it's all for you
Everything I do
I tell you all the time
Heaven is a place on earth with you
Tell me all the things you want to do
I heard that you like the bad girls
Honey, is that true?
It's better than I ever even knew
They say that the world was built for two
Only worth living if somebody is loving you
Baby now you do

Singing in the old bars
Swinging with the old stars
Living for the fame

Kissing in the blue dark
Playing pool and wild darts
Video games

He holds me in his big arms
Drunk and I am seeing stars
This is all I think of

Watching all our friends fall
In and out of Old Paul's
This is my idea of fun
Playing video games

It's you, it's you, it's all for you
Everything I do
I tell you all the time
Heaven is a place on earth with you
Tell me all the things you want to do
I heard that you like the bad girls
Honey, is that true?
It's better than I ever even knew
They say that the world was built for two
Only worth living if somebody is loving you
Baby now you do

It's you, it's you, it's all for you
Everything I do
I tell you all the time
Heaven is a place on earth with you
Tell me all the things you want to do
I heard that you like the bad girls
Honey, is that true?
It's better than I ever even knew
They say that the world was built for two
Only worth living if somebody is loving you
Baby now you do

Monday, 19 March 2012

Left-Right Brain Lobes

Uzun yıllardır, insanlar arasındaki farklılıkları tamamen yetiştirilme tarzlarına bağlamışımdır. Okudukları okula, ailevi durum ve tutumlarına, onların yetiştirme ve düşünce yapısına. Ancak son yıllarda anladığım kadarı ile, evet bu değişkenlerde yani "sosyal" etkilerde var insanların kişilik, karakter ve tarzlarının yapılanmasında, ama bir faktörü unuttuğumuzu farkettim. Sağ ve sol beyin arasındaki fark...Kimi insanın sağ lobu kimininde sol lobu daha çok çalışmakta. ikisinide çalıştıran insanlar ise cidden "genious" adı verilen "so called: üstün zeka" olarakda tabir edilir olmuş. Çalışmalar göstermekte ki; genelde sanatçı, creative, üretken ve duygusal çabalar içindeki ve bunlara yatkınlık belirtisi gösteren insanlar "right brained" olarak, matematiksel, mantıksal, sayısal, aritmetik yada analitik hallerde olanlar ise "left brained" olarak tabir ediliyor. Hatırlatmam gereken bir detay daha var, henüz tam olarak araştırmamam ile birlikte, bu left-sol right-sağ beyin lobu çalışma düzeyinin sağlak ve solak lık ile bir alakası olduğunu sanmıyorum. çünkü bilindiği üzere loblar tam çapraz manada hükmetmekteler vücudumuza. Tam terside olabilri yani kafalar karışmasın. Vel-hasıl kelam, konu değişik ve ilginç. İnsanların hayata bakışları ve düşünce tarzları hatta hatta iş seçimlerinde bile çok önemli bir değişken olan beynimiz ve çalışma potansiyelleri böyle...tabiki daha detaylı araştırma ve bilgilendirme isteyen bir konu ancak gerisini siz araştırın ve unutmayın sen sanatsal, duygusal bıdıbıdı vs vs isen diğer taraf ile anlaşman biraz daha zor olacaktır...unutma :) annem ve babam gibi mesela ; babam doktor hemde genel cerrah (aslında duygusalda adamdır ciddi boyutta o ayrı konu) annem ise ressam sanatkar sanatçı vs vs :) en güzel anlatabilmek için bir diyalog;
Emel: Erdal, ameliyat yaparken hiç düşünmüyormusun onunda bir canlı olduğunu canın yanabileceğini kan fln ayyy hiç kötü olmuyormusun??
Erdal: Emelciğim ne alakası var? yeşil örtülerimiz var ya bizim, hıh işte onlardan örtüyoruz hastanın üstüne, ilgilenceğim yer içinde bir parça kesiliyor örtüden bir delik yani. orası ile iligleniyorum sadece :) yüzü gelmişi geçmişi vs vs pek alakadar değilim....

diyor :)

Ayrıca bir reklam kampanyasında çokda "creative" olarak kullanılan bu konu ile ilgili resimleride koyuyorum bence çok çok ultraaaaaaa hoş olmuş.



Bence araştırılmalı ve ciddi anlamda insanlar böylede yargılanabilmeli. Yani kızlar eğer bir mühendis yada doktor ile beraberseniz; -niye beni anlamıyoooooooooooo diye ağlaşmayın. Çünkü gerçekten biyolojik ve yapısal anlamda zor imkansız hatta banze :) Memocana değil lafım sakın yanlış anlaşılmasın. O iki lobunuda kullanabilen nadir insanlardan biri. And he is mine :)








Sevgiler DY.

Enstantene

Başo bugün kızdı; "insan benim gelişimle ilgili yazar püü sana" diye. Bebeğim sen her geldiğinde ben olanları, duygu selini fln yazsam cidden insanlar bizi manyak sanarlar. deli sanarlar. işin içinden çıkamazlar:) şaka şaka. o bu değilde, cidden bu cmts sanki başonunda dediği gibi "old school" havalarına girdik. akşam ailelerle gece sohbet eşliğinde blush. "buz alabilir miyiz?". eskiden blush mı içerdik kardeşim :) hı allah aşkına :)))) blushmış! abicim sen bize bi kadeh kırmızı getir.- ne olsun? -ne mi olsun? ya sen getir bişiler işte. - kızım onu bunu bırak aslan "gafa" burda -hadi cnm! esasss zeki müren burda!-ay dur şaka yapıosun yanında ki kim? -bilmiyorumda bildiğin 90lı fln ufacık kız -hahahahahaha. hala gülüyorum :) tabiki konuşmanın başı böyle değil. hep bohemdik hep bohem kalacağız bilmeyen öğrensin. her ne kadar "şarküteri" kelimesini kullansak ve "ben bu kızı yolarım"ı bol bol telafuz etsekde biz hep "WASP"dık WASP kalacağız :) (white anglo-saxon people) :) öğrenin artık bu tür jargonları. "Creme de la creme" gibi mesela. yani krema tabakasının da krema tabakası. onun onunda üstü :) hahahaha o bu değilde, keşke hep bir arada kalabilsek eskisi gibi diye düşünmüyor değilim bazen. Londraya gitmem milad mı oldu ne acaba? Başo istanbula gitsin hayatımızı düzene sokalım diye diye öldük ama keşke o zamanlarda kalabilseydik. geçen bloglarımda haftalık programımızı yazmıştım zaten okuyanlar bilir :)(bknz: damlaylmz.blogspot.com/2011/08/bir-varms-bir-yokmuuuuuuuusssss-damla.html) . keşke keşke demicem yine sadece güzel bir gülümseme ile hatırlayacağımız ne gadaaannnnnn güzel zamanlarımız oldu. kimsecikler yoktu o zaman ne sen vardııın ne diğerleri :) şimdi iş var güç var sevgililer var erken yatmalar var adam olmak var olgunlaşmak var sessizleşmek var ciddileşmek var... tabi bu birimizden birinin bekarlığa vedasında "mykonos" a gitmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Mesela duyguş? önce sen? :) belli olmaz her an gökçede gidebilir mi acabaaaa :) -gökçe o ne kızım? -hahaha tifanny co bebeğim :) -onur:hı hıııııı tabi tabi arabayı sattım evi ipotek ettirdim kredide çektim. -lehfşlsandfoıqhğw :) seviyorum sizi. hepiniz hep mutlu olun. ama başodan ümidim daha fazla var. artık onun bir erkekiiiiii varrrrrrrr kek gibi bişi zaten :) arbyjaaaannnnnn. o biiirrrrrr amerikan kkkkaaaaaakuruuuu :) of cıvıdım.

neyse kısaca hayat kısa gençler, kendinize dostlarınıza zaman ayırın. mal gibi yaşamayın kim ne der diye düşünmeyin arada bir. arada bir sapıtın delirin arada bir için saroş olur. eve kimse bırakmazsa yatarsınız kardeşim bir köşede. hiç olmazsa gökçeyi ararsınız hızır acil yetişir. 

bakalım bi kaç yıl sonra neler neler bize tat vermeye başlıcak.

Ahmet: abi kürkümün üstüne oturma lütfen
Ömer: allah seni kahretmesin ya! olum cadillac ımı getir bayideki test sürüş arabasını aldımda plakada "sür beni" yazıo takılma sen ona
Mustafa: kardeş o ilaç olmaz sen şunu al ama yatmadan yani dişlerini çıkarttıktan sonra al mutlaka yoksa apse yapıo.
Başak: kızzzaaaaam arby'nin torunu vardı ya geçen gün tuvalate çişini yaptı kihkihkih
Gökçe: yaa evet evet banada oldu biliyorum geçen gün yolda yürürken x i gördüm sandım baktım oğluymuş :) o gudubet kadınla evlendi ya işte çocuk çirkin olmuş
Onur: bi jeep buldum 2011 model ama çok kıyak! nostalji olur arada bi gezeriz diye alayım diyorum?
Duygu: o çantayı istiyorum! bizim çocuğun okul masrafları var ama olsun istiyorum!
Arda: sen ne istersen balım aşkım :)
Fatih (a.): bebeğim biz hep böyleydik sen ne sandın! dostlar bu akşam hangi balıkçıdayız. hı tmm olsun ben şöförü yollarım tekerlekli sandalye alıyor limuzin. problem yok. 
Ali berk: offf berkin biraz elit ol kanka ya! yeter aq. kimse gelmezse ben gidiyorum bir kere geliyoruz dünyaya, biletleri aldım yrn akşam sait tropez'de olucam gemi ile. gelen gelir. 
Mert-Duygu: biz ankaraya gelioruzzzzzz ama o eskiden gittiğimzi köy kahvaltıcısına gidelim de nostalji olsun :)
Abdullah- Belde: aşkım marsta yaşıyor olmasaydık şimdi damlaların yazlık evine gidebiliridik! hala 3,5 saat sürüyor yolculuk.! artık gençde değiliz...of. tuğçe aradı bu arada haftasonu geliyorlarmış.
Onur Kılıç: Arkadaş neymiş bu avukatlık yahu! hala koşturmaca. ama önümüzdeki haftasonu raftinge gidicez dimi aşkım? kesin gidelim ben vitamin pack imi aldım yani merak etme çok yormıcaz bünyeyi. adrenalinn yeeeaah!
Damla kayaalp: kızlar bir alet buldum allah sizi inandırsın gençleştiriyor, masrtan getirttim ama! montajda bedavaydı.  dkda 10 sene? nasıl?

Memocan: evde dvd seyretmek istiyorum ama dvd bulamıyorum artık hologram filmlerde eski tadı vermiyor! 

Damla: ben londradayken inanırmısınız self-check out lar vardı marketlerde! inanamazsınız! şimdilki gibi "sanal" alışveriş yardımcısı yoktu tabi ama çok daha pratik ve kullanışlıydı bence.



Zaman geçiyor, korkmayın henüz yaşlanmıyoruz. büyüyoruz. ama yaşlanacağımız zamanlarda gelecek, o zaman düşünürüz. yinede şimdi vaktinizi güzel huzurlu ve eğlenceli geçirin. bir daha 25 lerimizde olmıcaz.



çok çok sevgiler :)

DY